Hindistan’la gerçek anlamda ilk temasım yaklaşık dört yıl önce doktora öğrencilerine
yönelik bir atölye çalışmasıyla oldu. O zamana dek çeşitli kaynaklardan okuduğum
veya bulunduğum okulda tanıdığım Hintli arkadaşlardan dinlediğim bir çok şeyi
ama özellikle de akademideki güçlü eleştiri geleneğini ve bu coğrafyada çok
etkin bir rolü olan feminist hareketi birebir görme şansım oldu. Süphesiz bu
kadar karmaşık ve bizim için neredeyse “yabancı” olan bir kültüre bir anda vakıf
olmam gibi bir sey söz konusu değil ama bu iki haftalık ziyaret bile bana çok önemli
ipuçlari vermeye yetti. Maalesef Türkiye’de muhalif hareketler bile yüzü Batı’ya
dönük bir halde gelişmiş, bunun dışında en fazla ilgimizi çeken ve bir parça
bilgi sahibi olduğumuz yer Güney Amerika ülkeleri dersek abartmış olmayız. Bu
anlamda Hindistan bizim icin epeyce uzak bir tahayyül olmuş ve çok da temas
kurmaya gerek duymamışız. Orneğin bu atolye çalışmasına gideceğimi soylediğimde
çoğu insan “ne alaka?” dercesine bir tutum takınmıs ya da mistik ve egzotik bir
macera olarak bakmişti bu yolculuğa. Bu tutumun bugün çok da değiştiği söylenemez,
zira son bir kaç aydır Hindistan’da ülke çapında yaşanan tecavüz isyanının bizde
ne kadar yer aldığı ve ne şekillerde konu edildiği ortada. Işte bu süreçte bu ülkeyle
bir süredir belli bir temasımın da olması dolayısıyla buyuk bir merak ve
heyecanla Hindistan’da neler olduğunu takip etmeye çalıştım. Atölye çalişması sırasında
kurduğum ve hala devam eden kimi dostlukların da bu konuda epey bir yardımı
oldu. Bunun sonucunda Hindistan’da kadına yonelik şiddete karşı yükselen bu
seslere kulak vermek ve onları birinci ağızdan dinlemek için orada yaşayan iki
feminist genç kadına, Trina Nileena
Banerjee ve Diksha Lamba, merak
ettiğim soruları sordum. Trina, atölye çalışmasında tanıştığım post-koloniyel
tiyatro ve Güney Asya tarihiyle ilgilenen feminist bir genç akademisyen; kendisi
aynı zamanda sinema ve tiyatro oyuncusu, gazeteci, yazar ve şair. Su an Jawaharlal Nehru
Universitesi’nde ders vermekte olan Trina, kadın protesto hareketleri ve kadın
perfomansı arasındaki ilişkiler üzerine çalışıyor. Son dönemde tecavüz karşıtı
ayaklanmalar sırasında, Trina bir arkadaşıyla bu süreçte yapılan eylemler, yazı
ve tartışmaları ve bu konuyla ilgili her türlü yazılı-görsel materyali arşivlemek
ve paylasmak için “Gender and Violence” (Toplumsal Cinsiyet ve Siddet) adıyla
bir blog kurdu.[2] Bir kaç
metni Türkçe’ye de çevirdiğimiz bu blog sayfası sürece dair önemli bilgiler
edinmemi sağlarken bu röportajın da bir nevi çıkış noktası oldu.[3]
Sorularıma cevap veren diğer arkadaş Diksha ise Trina’nin önerisiyle bu röportaja
dahil oldu. Kendisi aynı zamanda Trina’nin öğrencisi olup tecavüz karşıtı
protestolarda çok aktif rol oynayan ve sokağın nabzını tutan genç bir feminist.
Diksha, hem sol öğrenci örgütleri hem de feminist kadın gruplarında yer alıyor.
Edebiyat ve kültürel çalışmalar alanında master yapmış olan Diksha aynı zamanda
Trina gibi feminist tiyatroyla ilgileniyor ve uzun süre feminist bir tiyatro
grubuyla çalışmış. Bu söyleşide bu iki feminist genç kadının farklı açılardan
ve kendi deneyimlerine dayanarak sürece dair değerlendirmelerini okurken feminizm
ve kadına yönelik şiddetle ilgili tartışmaların dunyanın neresinde olursa olsun
çoğu noktada ne kadar benzer ve ortak olduğuna dair bir çok ipucu bulacaksınız.
Sel: Son bir ay içerisinde
Hindistan’da kadın mücadelesi adına çok hareketli ve umut verici bir sürece tanıklık
ediyoruz. Otobüste bir kadına toplu tecavüz edilmesine karşı bir anda çok güçlü
bir ses yükseldi. Bu kitlesel protestoların ardındaki dinamikler hakkında ne düşündüğünüzü
merak ediyorum. Nasıl yorumluyorsunuz tarihsel olarak istisnai diyebileceğimiz
bu anı?
Trina: Tarihteki “istisnai” gibi görünen anları saptamaya kalktığımızda
muhtemelen bunların her birinin arkasında uzun zaman birikmiş ve mayalanmış
şeylerin bulunduğunu keşfederiz. Biteviye uzayıp giden olaylar zincirinden
neden şu belirli bir anın ya da olayın değil de ötekinin kamusal bir infiale,
ayaklanmaya ya da daha önce bir şekilde güçten düşmüş bir hareketin yeniden
canlanmasına neden olduğunu teşhis etmek her zaman kolay olmuyor. Delhi’deki
(Aralık ortasındaki olayı takip eden) kitlesel protestolardan sonra birçokları,
galeyanın esas sebebinin, tecavüzün başkentte, üst orta sınıfla orta sınıf
arasında yer alan bir semtte gerçekleşmesi olduğunu ileri sürdü. Böylelikle,
kendilerini güvende zanneden seçkin Delhi topluluğunun gerçekte hiç de öyle
olmadıklarını fark etmelerinin olayları tetiklediğini iddia ettiler. Bu
gerçekten doğru olsa bile, 2012 Aralık’ından bu yana gerçekleşen olay
zincirinin bu yönüne takılmanın zarar verici olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz
yıllarda, çok sayıda şiddet vakasının, tüyler ürpertici tecavüzün (ve sayısız
cinsel saldırı ve kadınlara karşı şiddet hareketinin) hem devlet hem de merkez
medya tarafından ihmal edildiği, görünmezleştirildiği ve bastırıldığı bir
gerçek. Bu gerçeği tekrarlayıp durmak (ki bu zaten mantıklı düşünen her sol
örgüt ya da öğrenci yahut kadın örgütü için aşikar bir gerçektir) şu anda
hiçbir işe yaramaz. Tersine, bence tam da şimdi bir umut var. Bu olayın
adaletin görmediği çok sayıda kadının adlarının ve hatıralarının daha önce hiç
görülmemiş biçimde kamusal alanda anılmasına vesile olacağı umudu. Manipur,
Dantewada ve Kaşmir’de Hint ordusu, sağcı güçler ve devletin diğer araçları
tarafından kabile kadınları, Müslüman ve alt kast kadınlarına yönelik vahşet
olayları, bu son olayın yarattığı öfke sonucunda bir kez daha ön plana çıktı.
Yine de protestolara katılan vatandaşların büyük bölümünün feminist bir amaçla
hareket etmediği bir gercek. Ama ote yandan kadın hareketinin kendisini bu olay
etrafında kentsel ve yarı-kentsel Hindistan’ın geniş kesimlerinde yeniden
tanımlayıp örgütlemeyi mümkün kıldığını da unutmamak gerek. Dolayısıyla krizin
derinliğine ve önümüzde duran uzun savaşa rağmen bunu bir umut anı olarak
görüyorum.
Diksha: Bu bir umut sebebi ve insan böyle olmasından çok mutlu oluyor. Siyasi
yelpazenin her kanadından liderler haber kanallarında olay hakkında açıklamalar
yapmaya mecbur kaldılar ve bu durum kadın düşmanı ve patriarkal bakışlarını
açıkça ele verdi. Hindistan Kapısı’nda[i] öğrenci
ve kadın örgütleri diğer protestocularla tartışma yürütme şansı buldu. Örneğin
protestoda bir öğrenci “Buraya sizin için mücadele vermeye gelmedim,
kızkardeşim için mücadele vermeye geldim. Burdan defolup gidin” dedi. Bunu
duymak insanın canını yakıyor ama yine de kimse işlerin bir gecede değişeceğini
ve tüm cinsiyetçi yargıların otomatik olarak ortadan kaybolacağını beklememeli.
Sürekli bir taban çalışması gerekiyor. Okullarda ve evde çocuklar bağımsız
düşünmeye sevk edilmeli, hazır inançlarla doldurulmamalı. Kişisel olarak bu
hareketi kışkırtmada başlıca rolün çok sayıda öğrencinin sokaklara dökülmesi
olduğuna inanıyorum. Toplu tecavüz kurbanı, bir öğrenciydi. Aynı zamanda
öğrencilerin çoğunun kişisel bir savaş verdiği de gerçek (bu bana, anneme,
kızkardeşime, bir arkadaşıma veya kız arkadaşa olabilirdi). Gelgelelim,
muhteşem olan şey, bu olayın giderek siyasetten uzaklaşan Delhi öğrenci
topluluğunu yeniden siyasallaştırmasıdır. Yine de şunu söylemek gerekir; sol
öğrenci örgütleri ve kadın örgütleri önderlik etmeyip somut ve iyi düşünülmüş
bir talep manzumesi ortaya koymuş olmasaydı bu, kadının namusuna ilişkin bir
orta sınıf dramı örneği olurdu. Her iki örgütlenme de toplumsal cinsiyet
tartışmasını daha yüksek bir seviyeye taşıdı. Hükümetin, hatta bazı
öğrencilerin başlangıçtaki önerisi daha fazla kapalı devre kamera olmasıydı.
Şimdi bir düşünün, temelde ne kadar orta sınıf ve kentsel bir talep. Kadınların
çalıştığı çiftliklere kapalı devre kamera sistemi kurabilir misiniz? Kocaların
karılarına tecavüz etmesini nasıl engelleyeceksiniz?
Bütününde öğrenci kadın örgütlerinin etkili bir şekilde hareket ettiğini,
buldukları bu alanı kadınların çok konuşulmayan gerçekliği hakkında konuşup
popüler medyaya taşımak için kullandıklarını düşünüyorum. Biri toplumsal
cinsiyet hakkında konuşmaya başladığında otomatikman din, kast ve sınıf
tartışmasına dalıyor. Bu dünyada feminizm hakkında olmayan bir şey yok. Bir
kadın olarak haklarımdan bahsediyorsam, tuvaletimi temizleyen kadından veya
ordu tarafından rutin bir şekilde tecavüze uğrayan kadınlardan nasıl bahsetmem!
Hindistan’daki tren peronlarında altı ila on altı yaşındaki oğlan çocukları
gündelik olarak tecavüz ediliyor. Ve evet, çoğunlukla karısı ve çocukları olan
orta ve alt-orta sınıf heteroseksüel erkekler tarafından. Bu hareket az sonra
unutulacak geçici bir parlama anı olarak kalmamalı. Bütün umudum olup
bitenlerin birkaç kişiye toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle, kendi içlerindeki
ve dışlarındaki cinsiyetçi önyargılarla mücadele etme isteği için ilham vermesi.
Sel: İkinizin de
dikkat çektiği üzere, olayın ardından bir çok kişi bu kadar güçlü bir toplumsal
tepkinin oluşmasını tecavüze uğrayan kadının orta sınıf mensubu olmasına bağladı.
Gerçekten sınıf faktorü bu derece etkiliydi diyebilir miyiz, bu değerlendirmeleri
nasıl yorumlamak gerek?
Trina: Daha önce söylediğim gibi, ‘feminist’ mücadelenin seçkin, ‘Batı’dan ithal
edilmiş’ bir ideoloji olduğu, Hindistan’ın kültürel bağlamına iyi oturmadığı
iddiası bu ülkedeki kadın hareketi tarihinde yeni bir şey değil. Feminist
mücadeleleri bu temelde itibarsızlaştırıp reddeden birçok girişimde bulunuldu.
Ayrıcalıkların kırsal ve yoksul akranlarına göre kentli ve eğitimli kadınlara
kolayca hazır edildiğinin göz ardı edilmemesi gerektiğini kabul etmekle
birlikte, kadına yönelik şiddetin dilsel, kültürel ve ekonomik farklılıklara
bölünmüş toplumumuzda tüm kesimlere uzandığını görmek de kaçınılmaz. Ama
elbette Kaşmir, Manipur ve sürekli kuşatma altındaki ‘Kızıl Koridor’da
kadınlara yönelik sistematik devlet şiddetinin, neredeyse faşist bir devletin
doğrudan/dolaylı desteği aracılığıyla siyasi bir yoğunlaşması ve bir tür
rutinleşmiş meşruiyeti var. Bu inkar edilemez ya da Hindistan’da üst kastın
Dalit kadınlara yönelik rutin cinsel şiddeti yadsınamaz. Bununla birlikte bu
özel tecavüz olayını görece seçkin, kent ortamında olduğu için harekete
geçilecek doğru bir amaç olarak görmemeyi seçseydik, inanıyorum ki bu hem
ahlaki hem de stratejik bir hata olurdu. Keza tecavüze uğrayan kızın alt orta
sınıf bir aileden olduğu, kesinlikle seçkin kesimden olmadığı ve kalın sınıf
bariyerleriyle tecavüzcülerinden ayrılmadığı da bir gerçek. Takip eden
eylemlilik kentli ve kendini ifade edebilen kadınları görünür kılıp öne
çıkardı, bu doğru. Fakat birçok kadın taban örgütünün katılımı da oldu, bunun
özel olarak ‘seçkin’ bir protesto olduğunu söylemek haksızlık olur. Her şeyden
önce böyle spontan bir eylemliliğin demografisi hakkında güvenilir ampirik
dataya kim sahip ya da kim bunu toplayabilir? ‘Spontanlık’ kelimesi kuşkusuz
olumlu ve olumsuz çağrışımlar barındırıyor -gerek başlangıçtaki protestoların
arıziliği ve düşünülmemiş doğasının gerek sonrasında kadın grupları tarafında
daha örgütlü bir eylemliliğin dikkate alınması gerekir.
Diksha: Annemin televizyondaki toplu tecavüz haberlerini izledikten sonra ilk
tepkisi “Neden iyi kızları mahvetmek zorundalar, anlamıyorum. Biliyorsun çok
ihtiyaçları varsa onlar için şu genelev mahallelerimiz var. Kurtlarını dökmek
için oraya gitmeli ve bizi rahat bırakmalılar. O kadınların namusu ya da onuru
yok nasılsa.” Teyzem, “bu tip insanların çevremizde olduğunu hayal edebiliyor
musun Diksha”, dedi.
Ben: Ya, tecavüzcülerin başında boynuzu yok.
Teyzem: Hayır yani her sabah sebze satıcısına denk geliyorum ve şoförümüze
çok güveniyoruz. Sen en azından Delhi’de otobüse binme lütfen.
Ben: Tecavüzler BMW’lerde de oluyor ve onlar çok daha kolay kurtuluyor.
Yani evet. Sınıf faktörü feminist mücadelenin parçası; bu kötü bir şey
değil. Sol öğrenci örgütleri ve tabandaki kadın örgütlerinin tartışmayı daha
yapıcı bir yöne sevk etmek için sorumluluk alması gerektiği de doğru. Bu
protestolara dahil olma, Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde bir sol öğrenci
örgütlenmesi aracılığıyla oldu; geçtiğimiz bir buçuk yıldan beri bu örgütleyim.
Ama şimdiye kadar yedi yıldır feminist aktivist bir tiyatro grubunun parçasıydım.
Varoşlarda, Delhi ve Rajastan çevresindeki köylerde toplumsal cinsiyet, sınıf
ve din üzerine atölyeler gerçekleştiriyoruz. Protestolarda nasıl hissettiğimi
düşünüyordum. O an sınıf mücadelesi ve toplumsal cinsiyet mücadelesinini ne
kadar sıkı bir şekilde birbirine bağlı olduğunu düşündüm.
Sel: Haberler ve
internette paylaşılan fotoğraflardan izlediğimiz kadarıyla eylem ve gösterilere
erkeklerin katılımı bir hayli yüksek. Çok sayıda erkeğin kadına yönelik şiddete
karsı protestolarda ön saflarda yer aldığını ve hatta kendilerinin ayrıca
eylemler düzenlediğini görüyoruz. Bu son
süreçte erkeklerin katılımı gerçekten bu derece yüksek mi, en azından haberlere
yansıdığı kadar? Eylemlerde yer alan erkeklerle feminist ve kadın grupları arasında
ne tür ilişki ve ittifaklar kuruluyor?
Trina: Erkekler elbette bu olayın ardından ortaya çıkan protestolarda kayda değer
ölçüde görünürler ve ses çıkarıyorlar. Fakat erkeklerin büyük kesimi
protestolar sırasında bile gayet patriarkal korumacı ideolojiyi ve kadının
saflığı/namusunun yitimini öncelikli meseleleri olarak tekrarlamayı sürdürdü.
Bunlar kuşkusuz kadın hareketinin meseleleri olamaz ve aslına bakarsanız
Hindistan’da hareketin şu konjonktürde yükseltmek istediği kadınların mutlak
özgürlüğü, eşitliği ve onuru taleplerine aykırı düşmektedir. Kadınlara yönelik
olarak kamusal/özel yelpazesini tümüyle kesen çeşitli şiddet biçimleri (ev içi
şiddetten tecavüze, evden sokaklara) arasındaki sürekliliği vurgulamak
istiyoruz. Ayrıca erkeklerin nihayetinde yalnızca ‘erdemli’ kadına tecavüz
edilebileceği, ‘iffetsiz’ kadının cinsel şiddet ve patriarkal dizginlerle
cezalandırılması gerektiğine yönelik değersiz bir kavrayışa varan klostrofobik
saflık nosyonlarını bir kez daha tekrarlayarak ve bakire/fahişe ikiliğini
üreterek kadınları anne, kız kardeş veya kız çocuk olarak korumaları gerektiği
yönündeki patriarkal düşüncelerini reddediyoruz. Hem bu korumayı hem bu
cezalandırmayı reddediyoruz. Öte yandan, protestolara çok sayıda (özellikle
sol) öğrenci örgütü katıldığı için, pek çok genç erkeğin gerçekte kadın yoldaşlarıyla
omuz omuza durduğu da doğrudur. Bu gerçekle yüreklenip umutlandık.
Diksha: Tiyatro yönetmenim olmasaydı -o bir erkek-, kadın olarak haklarım için
mücadele ediyor olmayacaktım. Bana mücadele etmenin, ailenin ve okulun sana
söylediğinden farklı düşünmenin mümkün olduğunu gösterdi. Hala 20 yıllık
aktivizm sonrasında içinde biraz patriarkinin saklı olduğunu söylüyor. Bana
kalırsa o benden daha fazla feminist.
Sel: İnsanların
kitlesel olarak sokakları doldurması ve günlerce devam eden protestolar sonucu
Hindistan’daki tecavüz olayı uluslararası alanda da epeyce konuşulup tartışıldı.
Fakat Batı medyasında, özellikle de İngiliz basınında yer alan yorumlarda
epeyce önyargılı bir dile rastlanmakta ve tecavüz kültürü özel olarak Hint kültürü
ve doğu geleneğiyle ilişkilendirilmekte.
Bu konuda neler söylemek istersiniz? Hindistan’da feministlerin bu
konuda ne tür tepkiler verdiklerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Trina: Bunu gülünç buluyorum. Bu eleştirinin kesinlikle ne kadar mantıksız ve
gülünç olduğunu görmek için Batı’daki, özellikle ABD’deki kadınlara yönelik
tecavüz ve şiddet istatistiklerine bakmak yeterli. ABD’de yakın zamandaki
seçimler öncesi Cumhuriyetçi siyasetçilerin ‘meşru’ tecavüz açıklamaları ve
benzerleri Hindistan’daki Hindu sağ güçlerin yaptıklarından daha az baskıcı ve
kınanacak açıklamalar değildi. Bir kez daha sömürgeci dönemden kalma eski bir
tartışma farklı kılıklarda devam ediyor. Kadınların statüsü çeşitli
‘modernite’, kalkınma ve küresel sermaye savaşlarının verilebileceği
zaptedilmiş bir alan haline geldi. Kadınlar burada esas mesele değil, saikler
başka. Buna ilişkin hayale kapılmıyoruz ve bu meseleler olmaksızın da
yapabiliriz.
Diksha: Örneğin ben İngiltere’de Leeds Üniversitesi’nde bir İngiliz’in saldırısına
uğramıştım.
Sel: Toplu tecavüz
olayı tecavüzcüler için ölüm cezasını talep edecek bir halk öfkesini ortaya çıkardı
nihayetinde. Peki kadın örgütlerinin ve muhalif grupların bu konuya yaklaşımı
ne, feministler arasında bu mesele nasıl ele alınıp tartışılıyor?
Trina: Feminist hareket ve birçok kadın örgütünün yanı sıra sol öğrenci grupları da
ölüm cezasına kesin bir şekilde karşı. Bunu ilkel ve kınanacak bir adalet
tazmini ve kadın mücadelesini ilerletmeye yaramayacak bir şey olarak görüyoruz.
Diksha: Ölüm cezası kadına yönelik suçtan bireyi sorumlu tutar. Oysa bu suçlar
toplumun tüm toplumsal ve kültürel dokusunun parçasıdır. Bir kişiyi ortadan
kaldırmak sorunu çözmez. Ayrıca barbarca bir hareket, sağlıklı bir demokrasiye
uygun değil.
Sel: Bu ülke çapında
ortaya çıkan ayaklanmanın ilerleyen günlerde sonuç ve kazanımlarına ilişkin öngörüleriniz
nelerdir? Bu olayın ardından kadına yönelik şiddeti engellemek ve onunla
mücadele etmek için kadın örgütleri hukuki ve siyasi düzeyde ne tür
girişimlerde bulundu? Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?
Trina: Verma Adalet Komisyonunun son derece değerli tavsiyelerinin devletçe göz
ardı edildiğini ve Devlet Başkanı’nın ulusun gözünü boyamaya yarayacak rezalet
bir karar olarak değerlendirdiğimiz kararnameyi imzaladığını haberlerde
okumuşsunuzdur. Birçok madde ihmal edildi ve kabul edilmedi: Evlilik içi
tecavüz hala var olmayan bir kategori, Ordu hala tecavüz davalarında yasal
dokunulmazlığa sahip, 16-18 yaş arası rızaya dayalı seks hala bir suç ve her
şeyden öte, suçlu toplumsal cinsiyetten azade tanımlanıyor; yani, tecavüzcü
ister erkek ister kadın olabilir. Bu ülkede zaten son derece kırılgan bir vatandaş
topluluğunun kırılganlığını daha da arttıran bir faktör bu. Hareket elbette bu
göz boyamayla kandırılmayı ya da tatmin olmayı reddediyor; kadın/öğrenci
gruplarının Verma Adalet Komisyonu’nun tavsiyelerinin hemen uygulanması için
protestoları Delhi’de ve tüm ülkede devam ediyor. Komisyon raporunun tam
metnine internetten erişilebilir. Parlamento’da yaklaşmakta olan oturum
öncesinde eylemliliği güçlendirip arttırmak istiyoruz.
* Bu
röportaj Amargi Dergi 28. sayıda yayınlanmıştır. İngilizce'den Türkçeye çeviri Pınar Şenoğuz'a aittir.
[3] Blog
sayfasindaki cevirilerin bazilarini Amargi Dergi’nin sayfasindan
okuyabilirsiniz: http://amargidergi.com/ Ayrica bir
ceviri metin de Feminist Mutfak sitesinde yayinlandi: http://feministmutfak.com/2013/01/12/tecavuzu-protesto-eden-genc-erkege-mektup/
[i] ÇN: Yeni Delhi’de 1.
Dünya Savaşı ve Afgan Savaşlarında ölen Hintli askerler anısına yapılmış dev
bir anıt.
0 yorum