Epeydir çizmeye ara vermiştim, belli bir nedenle isteyerek değil kendiliğinden öyle gelişti, elim kaleme gitmiyordu, gitse de pek bir şey çıkmıyordu. Sanırım insan çok hareket halinde olunca ne yazıyor ne de çizebiliyor, bu tür eylemler için bir sakinlik, kendine kalma istiyor bünye, en azından benim için öyle. Arka arkaya yolculuklar, taşınmalar sonucunda yerleştiğim yeni yerimde ilk çizimim nihayet çıktı. Daha öncekilere göre biraz farklı bir tarzda oldu ama çok da şaşırtıcı değil bir yanıyla; sonuçta her yerin ve zamanın bir ruhu var ve ortaya çıkan şeylerin bir yerine değiyor illaki.

   Bir kaç gün önce şans eseri bir şarkıya rast geldim internette, çok sevdim, sonra bir şarkı, bir şarkı daha derken sevdiğim müzisyenler arasına bir yenisini eklemiş oldum: Somi! Afrika kökenli söz yazarı ve şarkıcı olan Somi'nin şarkıları arasında dolanırken albümlerinden birinin kapağındaki fotoğrafı çok beğendim, kendimi dönüp dönüp buna bakarken buldum. Fotoğrafta olan mı benim gördüğüm mü artık bilemiyorum bende çok güçlü hisler uyandırdı ve en çok da çizme isteği. Bazen bazı fotoğraf ya da resimlere bakarken farkında olmadan kendi kendime bunları zihnimde tamamlamaya uğraşırım. Eksik geldiğinden değil de benim görmek istediklerimi eklemek isteğinden olur bu genelde. Finding Neverland (Düşler Ülkesi) filminde bir sahne vardır, Peter Pan'ın yazarı J.M.Barrie rolündeki Johnny Deep'in karısıyla ayrı odalara girerken, kendi odasının kapı aralığından rengarenk çiçekler, kuşlar vs. görünür, adeta bir düşler ülkesi. O sanheyi her hatırladığımda içime mutluluk dolar, hayatı böyle gören insanların olduğunu hayal ederim. Her ne kadar böylesine bir hayal dünyasına sahip olmasam da bazen baktığım resimlerde insanlar ağaçlara dallara karışıyor ya da bulutlar kuşlara. İşte Somi'den ilhamla böyle bir şey çıktı ortaya. Çizerken bana eşlik eden Ankara Sundays ve Rising parçalarını da dinlemenizi ayrıca tavsiye ederim.


Bu desen, iki kişilik bir şiire misafir olmamla ortaya çıktı, iki sevdiğim kadının karşılıklı yazdıkları -ya da konuştukları mı demeli- bir şiir. Sevgili Aslı Serin ve Birhan Keskin'in http://www.anitsayac.com üzerine yazdıklarını okuduktan sonra böyle bir şey çıktı kalemimden. Tabi o zaman en son kıtası daha yazılmamıştı, ve daha Özgecan vahşice katledilmemişti. Günlerdir hem yas tutuyoruz hem isyan ediyoruz. Bugün her bir günü diğerine ekleyerek biriktirdiğimiz öfkemiz, isyanımız şiirde, resimde, sokakta, her yerde!

"ölülerimizi sık kullanılanlara ekliyoruz
ölülerimize ölülerimiz ekliyoruz.
şans eseri yazmıyorsa adımız bir sayaçta
birhan, ben bunu hep 'antisayaç' olarak okudum
yani sayılamayan, sayılmasın hiç aman
sahi biz kaç darbeden sonra ölülerimiz oluyoruz."

şiirin devamını 160.Kilometre sitesinden okuyabilirsiniz.


Bir kadın, 20 yaşında, üniversite öğrencisi, üç erkek, bıçakladı, öldürdü, yaktı, dereye attı. #ÖzgecanAslan
Bir kadın daha, bir kadın daha!..
Erkekler tecavüz etti,
öldürdü, 
       yaktı,
      dereye attı.
Bir 
            kadın 
                         daha!..

www.anitsayac.com


Bazen boğazına bir yumru gelir oturur, ve ne yapacağını bilmez bir halde kaleme sarılırsın. Kimi zaman kelimelere dökersin içini, kimi zaman da desenlere. Sonra bir bakarsın yaptığın şey senin gibi dertlenen insanlara değmiş, hislerine kelam olmuş; böyle böyle paylaşıldıkça boğazındaki o yumru da azalmış. Çünkü insanın ağusunu insan alır, ve acılar paylaştıkça azalıp umut yeşerir..


Dün Yırca'da 6 bin tane zeytin ağacı bir termik santral uğruna katledildi, dile kolay 6 bin! Köylülerin evlatlarımız dediği ağaçlar tüm direnişlerine rağmen gözlerinin önünde bir kaç saat içinde kepçeyle kesildi. Bütün gün Yırca'dan gelen haberleri okudukça, fotoğrafları gördükçe utandım, kahroldum, boğazımda bir yumruyla dolaştım. Sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi biz hiç bir şeyden ölmezsek bile kahırdan ölcez sonunda. Hiç bir şey yapamamanın çaresizliğiyle, fotoğraflara bakıp bu resmi çizdim. İçimdeki acı geçti mi ya da boğazımdaki o yumru derseniz, cevabı belli!.. Kimbilir, belki de bir ağaca sarılsam geçer.