Özgecan Aslan'ın üç erkek tarafından katledilişinden beri ülkenin her yerinde eylemler yapılıyor. Kadınlar okulda, işte, sokakta bulundukları her yerde adeta sıradan hale gelen erkek şiddetine karşı olanca gücüyle haykırıyor. Öte yandan da sosyal medyanın her kanalında çok sayıda tartışma yürüyor. Bunlardan en çok öne çıkanlardan biri şüphesiz ki erkeklerin bu konuda neler yaptığı ve yapması gerektiği. Özellikle kadınların yaptığı eylemlere erkeklerin katılması ve eylem alanındaki tavır ve davranışları konusunda günlerdir çok sayıda kadın ve erkek yazıp çiziyor. Bunlardan özellikle sol cenahtan erkeklerin bazılarının yazdıkları benim gibi bir çok kadını ciddi anlamda rahatsız etti. Bana en çok koyan ise 3 erkek 1 kadına tecavüz etmiş, öldürmüş, yakmış ve böyle bir olay için protestolar sırasında bir kısım erkeğin kadınların öfkeli tepkilerine alınması, kızması ve bu hassasiyetlerini yazıya dökecek kadar önemsemeleri. Yani hakikaten bu kadar mı erkeklik egosu akılları felç etmiş olabilir? Düşünün ki annesi cenazede başka erkek eli değmesin diyor, kadınlarca taşınıyor tabut, ve sen bunun için yapılan eyleme gitmek istiyorsun ve gitmekle kalmayıp olanca sesinle kadınların sesini bastırıyorsun. En azından eylem alanında kortejin arkasından sessizce yürümek çok daha anlamlı olabilirdi.

Günlerdir bu düşünceler zihnimde dolanırken bugüne dek yazmamak için sabrettim, çünkü asıl önemli mevzunun yani sistematik hale gelmiş erkek şiddetinin ve özelde Özgecan'a yapılanların geri plana düşmesini istemedim. Bu sırada internette gezinirken Hindistan'da zamanında yaşanan ve bütün ülkeyi ayağa kaldıran otobüsteki toplu tecavüz vakasına karşı yapılan protestolar sırasında sol cenahtaki erkeklerin tutumuna yönelik bir erkek tarafından yazılmış bir eleştiri yazısı buldum. Ve ne kadar benzer deneyimlerin ve tartışmaların olduğunu bir kez daha gördüm. Şu an bizim yaptığımız tartışmalara katkı sunacağını düşünerek de çevirisi olsun istedim, sağolsun twitterdan bir arkadaş gönüllü oldu. Erkekliğe, tecavüze, ataerki ve bununla ilişki bir çok şeye dair güçlü bir eleştirel yazı okumak isterseniz buyrun derim:


Erkekler Ne Yapmalı? [1]

Oturduğum yerde sessiz sessiz yeni filmimi bitirmeye çabalıyordum. Dikkatimi dağıtmayacağıma ve elimdeki işe yoğunlaşacağıma dair kendime söz vermiştim; ama artık burama geldi. Tazyikli suyla püskürtüleceklerini ve demir coplarıyla polislerin peşlerinden koşacağını akıllarının ucuna bile getirmeyen kadınların çığ gibi aktığı, belki ve büyük ihtimalle en ihtişamlı protesto gösterisini erkeklerin gasp etme biçimini görünce hem şok oldum hem hayal kırıklığına uğradım. Bu protestonun, Delhi kentindeki birçok genç kadın için bir olgunlaşma anı olduğuna eminim.

Raisina Hill’de bir aşağı bir yukarı koşuşturan orta sınıf kadınlarıyla ve onların herhangi bir katkı sağlayıp sağlamadıklarıyla ilgili olarak dile getirilen sinizmin farkındayım. Elbette bir katkısı var. Ne zaman ki Chattisgarh’ta veya Orissa’da bir Adivasis'in[2] polis tarafından kovalandığını gördüklerinde, işte o vakit jetonları düşecek. Şimdiden başladı bile. Bugün, Lady Sri Ram Üniversitesi’nde okuyan 19 yaşındaki bir öğrencinin, Parliament Caddesi Karakolu’nda Delhi Polisi’yle yaşadığı arbedeyi anlattığı makalesini okudum. Yazısında oldukça ciddi biçimde şu soruyu soruyor: Delhi’de “arkası kuvvetli” üniversite öğrencilerine bu şekilde davranabiliyorlarsa, Hindistan’ın büyük şehirleri dışındaki bölgelerin kenar mahallelerinde kim bilir neler yaşanıyor? Binlerce genç kadının kendiliğinden Hindistan Kapısında toplanması ve annelerinin de onlara katılmış olması büyük bir olay. Ataerkiye karşı verilen savaş nedense hiçbir zaman sınıfa ve kapitalizme karşı verilen savaş kadar makbul bir statü kazanmadı. Burada işlerine geldiği şekilde unutulan nokta ataerki ile kapitalizmin arasındaki konforlu bağdır. İşin aslı şudur: Neyin makbul olup olmadığını erkekler belirlemektedir. Toplumsal cinsiyet meselesi, sınıf mücadelesinin destekçileri tarafından da büyük ölçüde göz ardı edilmiştir; bu da doğduğu andan itibaren sosyalist hareketin tüm dünyada gölge gibi ensesinden ayrılmamıştır. Hindistan’daki sol partilerin ve STK sektörünün ataerkilliği bu kurumların içinde açık bir sır gibidir. Bugünkü mevcut protestoların ön saflarında yer alan sol partilerin içinde yer alan genç kadın üyeleri, bana birçok kez erkek yoldaşlarından kadın düşmanlığına maruz kaldıklarını söyledi. Bana kalırsa yalnızca Hindistan devletinin başındaki kişilerin değil, tüm ataerkil etkilerden arınmış oldukları imajını vermeye çalışan, oysa söz konusu bu virüsün her yerlerine işlediği, diğer siyasi gruplardan tavır ve düşünce olarak hiçbir farkı olmayan sol parti ve parti dışı kurumların da artık cinsiyetçi, ataerkil ve kadın düşmanlığıyla kirlenmiş kafa yapılarını bir an önce bırakmalarının zamanı geldi.

Biliyorum, sol cenahtaki arkadaşlarımın birçoğu bu konuda bana karşı çıkacak; ama bu kurumların bir parçası olan birçok kadının sessizce benimle aynı fikirde olduğunun da farkındayım. Asıl odaklanılan mesele Delhi halkının büyük kesimini yerinden sarsan tiksindirici tecavüz vakası iken,  böylesi bir konuyu gündeme getirmeye çalışmam tuhaf ve uygunsuz görünebilir; lakin yanıtların peşinde koşmadan ve mevcut hükümetten ıslah edici tedbirler talep etmeden önce kendi kapımızın önünü temizlemeli ve hangi çarpıklıkları sumen altı ettiğimizi tespit etmemiz gerekiyor.

Delhi protestolarını analiz etmeye gayret gösteren yazılarda iki tip reaksiyon göze çarpıyor: İlki, onlar gibi olan birinin başına gelmiş bir olay nedeniyle çileden çıkan ve bunun pekâlâ kendilerinin başına gelmiş olabileceği korkusuyla kaleme sarılan bir grup orta sınıf çocuklar. Bu nedenle yaptıkları şey, ataerki ve onun tüm kötülüğünü sorgulamaktan ziyade, bir sınıf kardeşliği gösterisi.

Etrafta dönüp dolaşan ikinci bir fikir de şu eksene oturuyor: Tecavüz konusunu Gujarat, Kaşmir, Manipur ve dalit kadınları bağlamında uzun zamandır tartışıyoruz; ancak Delhi’de bu meseleyle ilgili daha önce çok fazla bir protesto gösterisi yapılmamıştı. Dolayısıyla mevcut protestolar tecavüzün gerçek yüzüyle ilgili olmaktan ziyade, net bir odağı olmayan, ölüm cezası ve çete kanunu gibi tehlikeli talepler barındıran bir çoluk-çocuk öfkesinden başka bir şey değildir.

Otuz yıldır Delhi’nin kaba tabiriyle sol politikalarını yakından takip eden ve sıklıkla da katılım gösteren biri olarak beni rahatsız eden husus, beraberimizde taşıdığımız ve altında kaldığımız görkemli ahlaki üstünlüktür. Buna göre her protesto gösterisi siyasi berraklık, doğruluk, sınıf yapısı bazında bilimsel bir sınamadan geçmek durumunda ve büyük bir başarı sağlamak zorundadır. Aksi takdirde tarihin çöplüğüne gömülür. Sınıf açısı bakımından nasıl bir sonuç elde edilir? Gujarat katliamıyla ve safran tugayının gerçekleştirdiği toplu cinsel saldırılarla ilgili hazırlanan tüm raporları bilmekte midir? Anti neo-liberal çizgide midir? Bu ülkede son kırk yılda yapılmış olan tüm toplumsal cinsiyet tartışmalarından haberdar mıdır? Ve elbette kendi sınıf konumlarının uygunsuz sorgulanması da her türlü sorgulamanın ötesindedir; zira dünyanın tüm sorunlarına yanıt verebilen bir din keşfederek kendilerini tüm günahlardan arındırmışlardır.

Bu fikirlere karşı söyleyeceğim tek bir şey var: Hızla cılızlaşan sol tarih çöplüğünün en dibinde yer alan yığına dönüşmek gibi gerçek ve ciddi bir risk altındasınız. Uyanın da balığa çıkalım, bir dostunuz olarak size verebileceğin en büyük tavsiyedir. Ataerki ve hoşnutsuzlukları, onunla ilintili sınıf mücadelesi kadar ciddi bir meseledir. Kadının baskı altına alınmasının, kapitalizmin ve özel mülkiyetin bir parçası olduğunu ve dolayısıyla onların son tahlilde özgürleştirilmesinin, baskıcı araçların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını hatırlatacak standart sol çizgisini bana hatırlatmaya çalışanlar olacaktır. Onlardan naçizane isteğim, devrimin gerçekleşmesini beklerken, kendi yaşamlarında ve partilerinde bir miktar değişiklik yapmayı düşünmeleridir. Kapitalizm onların evinde mi, ofisinde mi yoksa kalplerinde mi mesken tutuyor? İnsanların yarısı (Hindistan’da daha az!) kadınsa, onların rahat nefes alabilmeleri için ne diye kapitalizmin ortadan kaldırılmasını bekliyoruz ki?

Kışkırtıcı olabilir ancak kadın meselesinin neden daima sınıf meselesinin yanında figüran rolünü oynadığını ve yüzyılı aşkın bir süredir üretilmekte olan incelikli yorumlamalarına rağmen sınıf kelimesinin neden erkeğin hüsnütabiri olduğunu incelememiz gerektiğini düşünüyorum. Kadın adı altında homojen bir kategori yaratılamayacağının ve kadınların kast, sınıf, etnik köken vb. deneyimler çerçevesinde bölündüğünün farkındayım.İyi de o zaman ataerkiye ne diyeceğiz? Sınıf, kast vs. kadınları bölüp birbirlerinin karşısına atarken, ataerki onları birbirlerine bağlıyor. İşte bu nedenle sınıf, ırk ve kültür bağlamında erkekleri birbirine bağlayan ve paylaşım yaratan hususlarla ilgili bir yığın şenlikli literatüre sahipken, kadınları birbirine bağlayan literatürde derin bir sessizlik hakim. Erkekler ve kadınlar, sınıf, kast ve birçok sosyal tabakalar nedeniyle gruplara ayrılırken, ataerki kadınları birleştirir. Diğer tüm farklılıklarına rağmen erkekleri bir araya getiren tek sosyal olgu maskülinitedir. Sınıf, kast, siyasi düşünce ve etnik köken bağlamında, maskülinite ve onun kötülüğü erkekleri başka hiçbir şeyin yapamayacağı kadar güçle birbirine bağlar. Maskülinite, erkek bağının en büyük dışavurumudur ve ardında onun yüce değerlerini ve liyakatini göklere çıkaran ciddi bir edebi ve tarihi birikim bırakmıştır. Hindistan Kapısındaki genç protestocular, siyasi farkındalıkları bakımından makbul kategorisinde değillerse, o zaman onları sorgulayanların ikiyüzlü olduğunu belirtmekten imtina etmeyeceğim; zira ataerkiye karşı verilen mücadelede ne kendilerinden ne de temsil ettikleri gelenekten ödün vermektedirler.

Delhi Polisi'nin ne kadar mide bulandırıcı olduğunu ve kendilerinden kurumsal olarak toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet göstermelerini beklemenin ne kadar mânâsız olduğunu gayet iyi biliyoruz; ancak birey özgürlüğüne dair her türlü yanıtları bünyesinde barındırdığını iddia eden bu tür siyasi yapıların cinsiyetçi, kadın düşmanı, kadın-erkek karşıtı fikirlerden arındırılması çok ciddi önem taşımaktadır. Hükümetin ve devletin kirli çamaşırlarını herkesin gözü önünde ortaya dökmeye çalışırken, solun ataerkilliğini forumlarda bile değil, anca kapalı kapılar ardında, gizli olarak tartışmak istiyoruz. Bu ikiyüzlülük midemi kaldırıyor.

Kibar ve daha akademik terimlerle konuşacak olursak masküliniteyi, iktidarı kendine verilmiş bir hak olarak görmek biçiminde tanımlayabiliriz; ancak daha dürüstçe ortaya koyarsak bu bir patolojik durumdur. Delhi'de genç kıza ve arkadaşına uygulanan tecavüz ve saldırı ile ilgili yapılan tartışmalarda bazı yorumcuların öne sürdüğü gibi, özellikle cinsel saldırı veya şiddetin sınıf niteliği taşıdığı durumlarda maskülinitenin bir kriz içine düştüğünü öne sürmek bir süredir popüler bir nitelik kazanmış durumda; ancak işin aslı şu ki maskülinite zaten her zaman krizdeydi. Maskülinitenin krizde olmadığı tek bir dönem bile yoktur. Kendi değerini, kadınlık pahasına geliştirip yücelttiği için sürekli bir kriz durumundadır. Kadın cinselliğini kontrol altında tutma fikrini saplantı haline getirmiştir. Erkek olmanın otomatik olarak iktidar getirdiğini kanıksamıştır. Bir dizi ayrıcalığı kendi bünyesinde toplar; sonra da bunları sınıf, kast, cinsel yönelimi vs. esas olarak erkekler arasında bir güzel paylaştırır.

Bu ayrıcalıkların paylaşımı konusunda erkekler birbirilerine karşı savaş verirler, ancak konu kadın meselesine geldiğinde birleşirler. Üstüne üstlük bu birlik, tüm sınıf ve siyasi grupları da kapsar; çünkü tıpkı bu protesto gösterilerini gasp edip polise taş atarak kendilerini ön plana çıkaran genç erkekler gibi, hem sağ cenahtan hem de sol cenahtan olsun tüm erkekler, kendi evlerinde, ofislerinde, kurumlarında, fabrikalarında ve siyasi kavgalarında daima evrenin merkezinde olduklarına, kendilerinin insanlığa bahşedilmiş, özel haklara ve ayrıcalıklara sahip özel birer armağan olduklarına inanır. Ve bu durum onlar için doğanın bir gereğidir; düşünmeye, kendinden şüphe etmeye ve özeleştiriye gerek yoktur. Özeldirler ve doğuştan iktidara ve yetkeye sahiptirler. Peki ya bu lanet şehirde kadın olmanın ve kamu alanlarında bulunmanın ne demek olduğuna dair bir gram fikre sahip değillerse? Peki ya kendi partileri ve kurumları, kadınların karşı karşıya kaldığı ayrım ve eşitsizliklerin korkunç birer yansımasıysa? Erkekler lider olmak ve önderlik etmek için doğmuştur. Dolayısıyla kadınların, sırf gündelik bir rutin olarak bu dinamiklere maruz kalmaları sebebiyle, bu meseleye önderlik etmeleri gerektiği düşüncesini bir an için bile olsa akıllarına getirmek onlar için imkânsızdır. Tecavüz ve cinsel saldırı tehdidi, bu şehirdeki kadınların bir gerçeğidir ve erkeklerin yaşadığıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.

Maskülinite hastalığı ilgili birçok rahatsızlığı beraberinde getirir:Bağışıklık ve dokunulmazlık bunun iki yan etkisidir. Yakın geçmişte devletin ve kurumlarının çatışma bölgeleri bağlamındaki dokunulmazlığı, aralıksız bir ilgi ve incelemeye maruz kalmıştır. Ancak gözden kaçan şey, cezasızlığın sistematik hale getirilmesi ve gündelik yaşam pratiklerinin bir parçası olmasına zemin hazırlayan eğitimin toplumsal cinsiyet alanından geliyor olmasıdır. Dokunulmazlığın ilk dersleri neredeyse bütün ailelerin erkek üyelerine öğretilerek başlar. Kızların ve kadınların aile yapılarından dışlanması, sosyal hayatın çok çeşitli bölümlerine de bu şekilde sızmış olur. Maskülinite, dokunulmazlığın meşrulaştırılması ve uygulamaya dökülmesi için ideolojik bir taban hazırlar. Erkeklerin, iktidarın doğal kaynağı olduklarını düşünmelerini mümkün kılar. Ve bu mefhum temel bir gerçek olarak kabul edildiğinde de, ortaya sadece suç değil, tüm gösterilere liderlik yapma hakkı da çıkar. Polise taş atmak da böylece doğal olarak yanında gelir. Böylece kadınlara karşı işlenen suçlar da daha kolaylaşmış olur; zira hakiki maskülen bir erkek olmak için kadına karşı kalbinde hem korku hem de öfke taşıması gerekir. Derler ki korku ruhu öldürür. Kadınlar ezelden beri maskülinitenin zehirli etkilerinden bahsetmektedirler. Artık zaman erkeklerin de, onların iyiliğini düşünmekten ziyade, disipline etmek, hataları cezalandırmak, statükoyu korumak ve her türlü adaletsizliğin en önde giden (üniformalı veya üniformasız) muhafızları olarak onlardan faydalanmak için birer kalkan gibi kullanıldıkları sistemlerin savunucusu sıfatını taşıyarak aslında kendilerine nasıl zarar verdiklerini fark etmesinin zamanıdır. Hizmetlerinin karşılığı olarak, kadınları aile içinde zapt etme ve baskılama hakkına sahip olurlar, ancak kamusal ile aile arasındaki bu sınırı korumak zor olduğundan, dışarıdaki kadınlar da maskülinitenin uygulanmasında birer hedef haline gelirler.

Son on gündür, Hindistan’daki tecavüz vakalarının ve tecavüz davalarının korkunç tarihini yeniden gözden geçirme fırsatımız oldu. Mathura’dan Soni Sori’ye, Kanun Pushpora’dan Manorama’ya, ülkenin dört bir yanındaki dalit kadınlarının günlük aşağılanmaları ve tecavüzlerinden Bilqees Bano’ya kadar, bu ürkütücü hikayeleri tekrar okuduk, tekrar yaşadık. Kişisel olarak bu olgunun doğasını gerçekten anlamanın tek yolu, bunun, maskülen egemenliği, toplumsal hınç, kast zapturaptı ve ulusal harita hayallerinin garantiye alınması da dahil birçok hedefe ulaşmak amacıyla kadınlara karşı başlatılmış bir savaş olduğunu kabul etmek. Tecavüz sadece seks demek değildir; kadınların bedenlerini, hem içine düşecekleri kişisel travma hem de görünür fiziki etkileri aracılığıyla bir mesaj iletecek şekilde işaretleme amacı güden bir saldırıdır.

Tecavüz, maskülinitenin uygulanması aracılığıyla nelerin başarılabileceğini gösteren bir bellek aynasıdır. Fallusun, mit üretme kabiliyetini yerine getirememesi, fallik ikamelerin kullanılmasını gerektirir: Maskülinitenin, erkekleri fallus aracılığıyla başarmaya ittiği kabiliyetleri daha kolay biçimde yerine getirmesini sağlayan sert, metalik araç-gereçler. Metal copların kullanımı, ağza sokulan silahlar, rektuma sokulan taşlar, deriyi yüzmekte kullanılan bıçakların, yanlış bir biçimde analiz edilerek maskülinitenin yaşadığı krizden ortaya çıktığı söylenegelmiştir. Oysaki bunlar maskülinitenin doğasında vardır.

Kadın düşmanlığı veya nefreti, maskülinite için kritik bir başlangıç noktası oluşturur. Maskülinite, tüm hiyerarşilerin kusursuz biçimde işlemesini sağlayan bir denetim mekanizmasıdır. Haki olarak, safran olarak ve hatta kırmızı olarak görünebilir ve daima şiddet tehdidi ile birlikte gelir. Ataerki tarafından hatalı kadınları cezalandırmakta kullanıldığı gibi, devlet yetkilileri tarafından Chattisgarh ve Orrissa’da protesto eden kabile halklarını zapturapt altında tutmakta da kullanılır. Kaşmir’in isyankâr halkına, onların zapturapt altında olduklarını hatırlatmakta kullanılır. Delhi caddelerindeki erkekler tarafından, kadınlara günah işlediklerini hatırlatmakta kullanılır. Ayrıca sol gelenek tarafından parti konumlarını hakimiyet altına almakta, kadın yoldaşlara hangi giyimin münasip olduğunu hatırlatmakta ve kadınlara, onların zamanının kapitalizm alaşağı edildikten sonra geleceği güvenini vermekte kullanılır. Yok daha neler! İşin daha da trajik yanı, maskülinitenin etkisi altında acı çekmiş olanların bile, kendi maskülinite versiyonlarını yaratıp, kendilerini onları zamanında baskı altında tutmuş olanlara benzeterek bu denetleme mekanizmasının ağına düşmesidir.

Delhi’de devam etmekte olan protestolar kolektif bir katarsis yaşama fırsatı, kadınların maruz kaldıkları günlük şiddetin vücut bulmasını, bir sese sahip olmasını olanaklı kılan bir an doğurmuştur. Bu bir yardım çığlığıdır. Serbest dolaşma hakkının öfkeli bir dışavurumudur. Onurlu yaşam ve tecavüz korkusundan kurtulma çağrısıdır. Peki değişen ne olacak? Buradaki ironi, söz konusu protestoların kurumsal siyasi gruplarca ve hatta belli kadın hareketi sektlerince düzenlenen ve kontrol eden bir protesto olsaydı, şu andaki muazzam sayıya ve tutkuya ulaşmasının mümkün olmayacağı gerçeğidir. Ancak organize olmayan doğası, onun bir anlamda önünü tıkayan bir engel de teşkil edebilir; ancak bu tip protestoların bireylerin yaşamlarını nasıl etkileyeceğini kestirmek kolay değildir. Basının tecavüzcülere idam ve hadım cezası gibi radikal taleplere odaklanması sebebiyle, Raisina Hill’den Vijay’e kadar uzanan bir coğrafyada tartışılıp paylaşılan daha az sansasyonel ancak daha geçerli ve yaratıcı beyanat ve talepler geri plana itildi.

Ani baskınlar, kurumların birdenbire gerçek doğalarını açık ettikleri çalkalanma zamanlarıdır. Protestocular için siyasi bağlantı kurma potansiyeli çok daha olası hale gelir. Ancak, bu bağlantıların bu protestocular tarafından mı kurulacağını bekleyip görmemiz gerekiyor. Noktalar bir araya gelerek 23 yaşındaki öğrenci Soni Sori ile Bilwees Bano’yu birbirine bağladı mı? Ancak bu noktalar, gerçek adaletsizliğin kökenine inmeyi başardığı anda protestoların işlevi sistematik bağlamda gün ışığına çıkacak, tıpkı Mathura tecavüz vakasında kadın hareketinin, yasanın ve adalet sisteminin şiddeti hafifleten mekanizmalar değil, aksine adaletsizliğin, cinsiyet ayrımının ve şiddetin yuvası olduğunun farkına varmasında olduğu gibi. İşte o zaman noktalar, safran tugayının neden Bilqees’i hedef aldığını ve Gujarat’taki diğer Müslüman kadınların ayrıntılarını açığa çıkarır; zira onların liderleri, tecavüz sonrasında bir kadının canlı bir cesetten başka bir şey olmadığına, ‘karşı tarafın’ kadınlarını zapturapt altına aldık ve kirlettik demenin kalıcı bir hatıratı olduğuna inanır. Kaşmir ve Manipur gibi çatışma bölgelerindeki tecavüzler, yerel halka kimin yöneten kimin yönetilen olduğunu açık etmekte kullanılan sembolik bir mesaj özelliği taşır. Dalit kadınları rutin olarak sözlü tacize, cinsel tacize ve tecavüze maruz kaldığında, bu onlara sosyal konumlarından ve kast sınırlamalarından çıkmak gibi bir hayale asla kapılmamalarını hatırlatmak amacı güder. 23 yaşındaki öğrenci, Delhi’de hareket halinde bir otobüste toplu tecavüze uğradığında, bu hareket Delhi’deki tüm kadınlara şehrin erkeklere ait olduğunu hatırlatma amacı güder.  Tecavüz, ataerki içinde birçok farklı işleve sahiptir; ancak hepsinin ortak bir noktası vardır: Erkekler, kadınları cezalandırmak için iş başındadır. Belki de en eski ataerki sporudur. Ancak, bu noktalar anlamlı şekilde bir araya gelmese bile, Delhi’deki genç kadınların protesto etme ve bu ülkenin erkeklerine, Hindistan Anayasası gereğince eşitlik garantisi verildiğini hatırlatma hakları vardır.

Hindistan Kapısındaki genç erkek ve kadınlar, tıpkı bir karnavalda olduğu gibi farklı bir düzenin nasıl olacağına, hem erkek olup hem de kadınların güvende olma hakkını savunabileceklerine ve ilgisiz yönetimlere karşı kadınlarla birlikte omuz omuza savaş verebileceklerine dair anlık bir sahne ortaya çıkarmışlardır. Protestolar şu âna kadar çok ciddi önem teşkil etti; zira hem ilk defa bu denli çok sayıda genç kadın kendini sokaklara attı, hem de yüzlerce genç erkek empati ve destek duygularıyla kadınların arasına katıldı. Ancak, bu genç erkeklerin birçoğunun sokaklarda ve söz alma anlarında liderlik etmektense takipçi olmaları gerektiğinin farkına varması gerekiyor. Protestoların kökünün, küresel olarak en kötü toplumsal cinsiyet indeksine sahip bir ülkenin hem kamusal hem de aile düzenini çok daha kabul edilebilir bir hale getirecek kadar derinlere indiğini ümit etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Kısa vadede protestoların gücünün büyümesi ve şiddet eylemleriyle genç kadınları sokaktan kaçırıp sözde güvenli aile ortamına itmeye çalışanları da izole etmesi için dua edelim. Kadın grupları ve diğerleri, tecavüzcülere idam cezası ve çete kanunu uygulanması gibi radikal taleplerin problemli olduğunu belirttiler. Şimdi sırada, protestonun birleşik bir cephe halinde yanıt geliştirmesi ve Mathura tecavüz vakasındaki kadın hareketinin göstermiş olduğu gibi çok daha derin etki bırakacak talep ve beyanlarla ortaya çıkması gerekiyor. Sloganlar ve protesto yürüyüşlerinin yanı sıra evlerdeki, ofislerdeki ve siyasi gruplardaki maskülinitenin en derin biçimde sorgulanması, mevcut genç nüfusun ayaklanmasını, bağımsızlık sonrasın Hindistan’ın cinsiyet temelli şiddete karşı verilmiş en ciddi protestosu haline getirme şansı vardır.




[1] Yazan: Rahul Roy, Çeviren: Ali Ünal 
[2] Hindistan’da yaşayan bir etnik grup.
Metni ingilizcesinden okumak için: http://kafila.org/2012/12/28/what-do-men-have-to-do-with-it/
Bu desen, iki kişilik bir şiire misafir olmamla ortaya çıktı, iki sevdiğim kadının karşılıklı yazdıkları -ya da konuştukları mı demeli- bir şiir. Sevgili Aslı Serin ve Birhan Keskin'in http://www.anitsayac.com üzerine yazdıklarını okuduktan sonra böyle bir şey çıktı kalemimden. Tabi o zaman en son kıtası daha yazılmamıştı, ve daha Özgecan vahşice katledilmemişti. Günlerdir hem yas tutuyoruz hem isyan ediyoruz. Bugün her bir günü diğerine ekleyerek biriktirdiğimiz öfkemiz, isyanımız şiirde, resimde, sokakta, her yerde!

"ölülerimizi sık kullanılanlara ekliyoruz
ölülerimize ölülerimiz ekliyoruz.
şans eseri yazmıyorsa adımız bir sayaçta
birhan, ben bunu hep 'antisayaç' olarak okudum
yani sayılamayan, sayılmasın hiç aman
sahi biz kaç darbeden sonra ölülerimiz oluyoruz."

şiirin devamını 160.Kilometre sitesinden okuyabilirsiniz.


Bir kadın, 20 yaşında, üniversite öğrencisi, üç erkek, bıçakladı, öldürdü, yaktı, dereye attı. #ÖzgecanAslan
Bir kadın daha, bir kadın daha!..
Erkekler tecavüz etti,
öldürdü, 
       yaktı,
      dereye attı.
Bir 
            kadın 
                         daha!..

www.anitsayac.com