Özgecan Aslan'ın üç erkek tarafından katledilişinden beri ülkenin her yerinde eylemler yapılıyor. Kadınlar okulda, işte, sokakta bulundukları her yerde adeta sıradan hale gelen erkek şiddetine karşı olanca gücüyle haykırıyor. Öte yandan da sosyal medyanın her kanalında çok sayıda tartışma yürüyor. Bunlardan en çok öne çıkanlardan biri şüphesiz ki erkeklerin bu konuda neler yaptığı ve yapması gerektiği. Özellikle kadınların yaptığı eylemlere erkeklerin katılması ve eylem alanındaki tavır ve davranışları konusunda günlerdir çok sayıda kadın ve erkek yazıp çiziyor. Bunlardan özellikle sol cenahtan erkeklerin bazılarının yazdıkları benim gibi bir çok kadını ciddi anlamda rahatsız etti. Bana en çok koyan ise 3 erkek 1 kadına tecavüz etmiş, öldürmüş, yakmış ve böyle bir olay için protestolar sırasında bir kısım erkeğin kadınların öfkeli tepkilerine alınması, kızması ve bu hassasiyetlerini yazıya dökecek kadar önemsemeleri. Yani hakikaten bu kadar mı erkeklik egosu akılları felç etmiş olabilir? Düşünün ki annesi cenazede başka erkek eli değmesin diyor, kadınlarca taşınıyor tabut, ve sen bunun için yapılan eyleme gitmek istiyorsun ve gitmekle kalmayıp olanca sesinle kadınların sesini bastırıyorsun. En azından eylem alanında kortejin arkasından sessizce yürümek çok daha anlamlı olabilirdi.
Günlerdir bu düşünceler zihnimde dolanırken bugüne dek yazmamak için sabrettim, çünkü asıl önemli mevzunun yani sistematik hale gelmiş erkek şiddetinin ve özelde Özgecan'a yapılanların geri plana düşmesini istemedim. Bu sırada internette gezinirken Hindistan'da zamanında yaşanan ve bütün ülkeyi ayağa kaldıran otobüsteki toplu tecavüz vakasına karşı yapılan protestolar sırasında sol cenahtaki erkeklerin tutumuna yönelik bir erkek tarafından yazılmış bir eleştiri yazısı buldum. Ve ne kadar benzer deneyimlerin ve tartışmaların olduğunu bir kez daha gördüm. Şu an bizim yaptığımız tartışmalara katkı sunacağını düşünerek de çevirisi olsun istedim, sağolsun twitterdan bir arkadaş gönüllü oldu. Erkekliğe, tecavüze, ataerki ve bununla ilişki bir çok şeye dair güçlü bir eleştirel yazı okumak isterseniz buyrun derim:
Erkekler Ne Yapmalı?
Oturduğum yerde sessiz
sessiz yeni filmimi bitirmeye çabalıyordum. Dikkatimi dağıtmayacağıma ve
elimdeki işe yoğunlaşacağıma dair kendime söz vermiştim; ama artık burama
geldi. Tazyikli suyla püskürtüleceklerini ve demir coplarıyla polislerin
peşlerinden koşacağını akıllarının ucuna bile getirmeyen kadınların çığ gibi
aktığı, belki ve büyük ihtimalle en ihtişamlı protesto gösterisini erkeklerin
gasp etme biçimini görünce hem şok oldum hem hayal kırıklığına uğradım. Bu
protestonun, Delhi kentindeki birçok genç kadın için bir olgunlaşma anı
olduğuna eminim.
Raisina Hill’de bir aşağı
bir yukarı koşuşturan orta sınıf kadınlarıyla ve onların herhangi bir katkı sağlayıp
sağlamadıklarıyla ilgili olarak dile getirilen sinizmin farkındayım. Elbette
bir katkısı var. Ne zaman ki Chattisgarh’ta veya Orissa’da bir Adivasis'in
polis tarafından kovalandığını gördüklerinde, işte o vakit jetonları düşecek.
Şimdiden başladı bile. Bugün, Lady Sri Ram Üniversitesi’nde okuyan 19 yaşındaki
bir öğrencinin, Parliament Caddesi Karakolu’nda Delhi Polisi’yle yaşadığı
arbedeyi anlattığı makalesini okudum. Yazısında oldukça ciddi biçimde şu soruyu
soruyor: Delhi’de “arkası kuvvetli” üniversite öğrencilerine bu şekilde
davranabiliyorlarsa, Hindistan’ın büyük şehirleri dışındaki bölgelerin kenar
mahallelerinde kim bilir neler yaşanıyor? Binlerce genç kadının kendiliğinden
Hindistan Kapısında toplanması ve annelerinin de onlara katılmış olması büyük
bir olay. Ataerkiye karşı verilen savaş nedense hiçbir zaman sınıfa ve
kapitalizme karşı verilen savaş kadar makbul bir statü kazanmadı. Burada
işlerine geldiği şekilde unutulan nokta ataerki ile kapitalizmin arasındaki
konforlu bağdır. İşin aslı şudur: Neyin makbul olup olmadığını erkekler
belirlemektedir. Toplumsal cinsiyet meselesi, sınıf mücadelesinin destekçileri
tarafından da büyük ölçüde göz ardı edilmiştir; bu da doğduğu andan itibaren
sosyalist hareketin tüm dünyada gölge gibi ensesinden ayrılmamıştır.
Hindistan’daki sol partilerin ve STK sektörünün ataerkilliği bu kurumların
içinde açık bir sır gibidir. Bugünkü mevcut protestoların ön saflarında yer
alan sol partilerin içinde yer alan genç kadın üyeleri, bana birçok kez erkek
yoldaşlarından kadın düşmanlığına maruz kaldıklarını söyledi. Bana kalırsa yalnızca
Hindistan devletinin başındaki kişilerin değil, tüm ataerkil etkilerden arınmış
oldukları imajını vermeye çalışan, oysa söz konusu bu virüsün her yerlerine
işlediği, diğer siyasi gruplardan tavır ve düşünce olarak hiçbir farkı olmayan
sol parti ve parti dışı kurumların da artık cinsiyetçi, ataerkil ve kadın
düşmanlığıyla kirlenmiş kafa yapılarını bir an önce bırakmalarının zamanı geldi.
Biliyorum, sol cenahtaki
arkadaşlarımın birçoğu bu konuda bana karşı çıkacak; ama bu kurumların bir
parçası olan birçok kadının sessizce benimle aynı fikirde olduğunun da
farkındayım. Asıl odaklanılan mesele Delhi halkının büyük kesimini yerinden sarsan
tiksindirici tecavüz vakası iken,
böylesi bir konuyu gündeme getirmeye çalışmam tuhaf ve uygunsuz
görünebilir; lakin yanıtların peşinde koşmadan ve mevcut hükümetten ıslah edici
tedbirler talep etmeden önce kendi kapımızın önünü temizlemeli ve hangi
çarpıklıkları sumen altı ettiğimizi tespit etmemiz gerekiyor.
Delhi protestolarını
analiz etmeye gayret gösteren yazılarda iki tip reaksiyon göze çarpıyor: İlki, onlar
gibi olan birinin başına gelmiş bir olay nedeniyle çileden çıkan ve bunun
pekâlâ kendilerinin başına gelmiş olabileceği korkusuyla kaleme sarılan bir
grup orta sınıf çocuklar. Bu nedenle yaptıkları şey, ataerki ve onun tüm kötülüğünü
sorgulamaktan ziyade, bir sınıf kardeşliği gösterisi.
Etrafta dönüp dolaşan
ikinci bir fikir de şu eksene oturuyor: Tecavüz konusunu Gujarat, Kaşmir,
Manipur ve dalit kadınları bağlamında uzun zamandır tartışıyoruz; ancak
Delhi’de bu meseleyle ilgili daha önce çok fazla bir protesto gösterisi
yapılmamıştı. Dolayısıyla mevcut protestolar tecavüzün gerçek yüzüyle ilgili
olmaktan ziyade, net bir odağı olmayan, ölüm cezası ve çete kanunu gibi
tehlikeli talepler barındıran bir çoluk-çocuk öfkesinden başka bir şey
değildir.
Otuz yıldır Delhi’nin
kaba tabiriyle sol politikalarını yakından takip eden ve sıklıkla da katılım
gösteren biri olarak beni rahatsız eden husus, beraberimizde taşıdığımız ve
altında kaldığımız görkemli ahlaki üstünlüktür. Buna göre her protesto
gösterisi siyasi berraklık, doğruluk, sınıf yapısı bazında bilimsel bir
sınamadan geçmek durumunda ve büyük bir başarı sağlamak zorundadır. Aksi
takdirde tarihin çöplüğüne gömülür. Sınıf açısı bakımından nasıl bir sonuç elde
edilir? Gujarat katliamıyla ve safran tugayının gerçekleştirdiği toplu cinsel
saldırılarla ilgili hazırlanan tüm raporları bilmekte midir? Anti neo-liberal
çizgide midir? Bu ülkede son kırk yılda yapılmış olan tüm toplumsal cinsiyet
tartışmalarından haberdar mıdır? Ve elbette kendi sınıf konumlarının uygunsuz
sorgulanması da her türlü sorgulamanın ötesindedir; zira dünyanın tüm
sorunlarına yanıt verebilen bir din keşfederek kendilerini tüm günahlardan
arındırmışlardır.
Bu fikirlere karşı
söyleyeceğim tek bir şey var: Hızla cılızlaşan sol tarih çöplüğünün en dibinde
yer alan yığına dönüşmek gibi gerçek ve ciddi bir risk altındasınız. Uyanın da
balığa çıkalım, bir dostunuz olarak size verebileceğin en büyük tavsiyedir. Ataerki
ve hoşnutsuzlukları, onunla ilintili sınıf mücadelesi kadar ciddi bir
meseledir. Kadının baskı altına alınmasının, kapitalizmin ve özel mülkiyetin
bir parçası olduğunu ve dolayısıyla onların son tahlilde özgürleştirilmesinin,
baskıcı araçların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını hatırlatacak
standart sol çizgisini bana hatırlatmaya çalışanlar olacaktır. Onlardan
naçizane isteğim, devrimin gerçekleşmesini beklerken, kendi yaşamlarında ve
partilerinde bir miktar değişiklik yapmayı düşünmeleridir. Kapitalizm onların evinde
mi, ofisinde mi yoksa kalplerinde mi mesken tutuyor? İnsanların yarısı
(Hindistan’da daha az!) kadınsa, onların rahat nefes alabilmeleri için ne diye
kapitalizmin ortadan kaldırılmasını bekliyoruz ki?
Kışkırtıcı olabilir ancak
kadın meselesinin neden daima sınıf meselesinin yanında figüran rolünü
oynadığını ve yüzyılı aşkın bir süredir üretilmekte olan incelikli yorumlamalarına
rağmen sınıf kelimesinin neden erkeğin hüsnütabiri olduğunu incelememiz
gerektiğini düşünüyorum. Kadın adı altında homojen bir kategori
yaratılamayacağının ve kadınların kast, sınıf, etnik köken vb. deneyimler
çerçevesinde bölündüğünün farkındayım.İyi de o zaman ataerkiye ne diyeceğiz?
Sınıf, kast vs. kadınları bölüp birbirlerinin karşısına atarken, ataerki onları
birbirlerine bağlıyor. İşte bu nedenle sınıf, ırk ve kültür bağlamında
erkekleri birbirine bağlayan ve paylaşım yaratan hususlarla ilgili bir yığın
şenlikli literatüre sahipken, kadınları birbirine bağlayan literatürde derin
bir sessizlik hakim. Erkekler ve kadınlar, sınıf, kast ve birçok sosyal
tabakalar nedeniyle gruplara ayrılırken, ataerki kadınları birleştirir. Diğer
tüm farklılıklarına rağmen erkekleri bir araya getiren tek sosyal olgu
maskülinitedir. Sınıf, kast, siyasi düşünce ve etnik köken bağlamında,
maskülinite ve onun kötülüğü erkekleri başka hiçbir şeyin yapamayacağı kadar
güçle birbirine bağlar. Maskülinite, erkek bağının en büyük dışavurumudur ve
ardında onun yüce değerlerini ve liyakatini göklere çıkaran ciddi bir edebi ve
tarihi birikim bırakmıştır. Hindistan Kapısındaki genç protestocular, siyasi
farkındalıkları bakımından makbul kategorisinde değillerse, o zaman onları sorgulayanların
ikiyüzlü olduğunu belirtmekten imtina etmeyeceğim; zira ataerkiye karşı verilen
mücadelede ne kendilerinden ne de temsil ettikleri gelenekten ödün
vermektedirler.
Delhi Polisi'nin ne kadar
mide bulandırıcı olduğunu ve kendilerinden kurumsal olarak toplumsal cinsiyet
konusunda hassasiyet göstermelerini beklemenin ne kadar mânâsız olduğunu gayet
iyi biliyoruz; ancak birey özgürlüğüne dair her türlü yanıtları bünyesinde
barındırdığını iddia eden bu tür siyasi yapıların cinsiyetçi, kadın düşmanı,
kadın-erkek karşıtı fikirlerden arındırılması çok ciddi önem taşımaktadır.
Hükümetin ve devletin kirli çamaşırlarını herkesin gözü önünde ortaya dökmeye
çalışırken, solun ataerkilliğini forumlarda bile değil, anca kapalı kapılar
ardında, gizli olarak tartışmak istiyoruz. Bu ikiyüzlülük midemi kaldırıyor.
Kibar ve daha akademik
terimlerle konuşacak olursak masküliniteyi, iktidarı kendine verilmiş bir hak
olarak görmek biçiminde tanımlayabiliriz; ancak daha dürüstçe ortaya koyarsak
bu bir patolojik durumdur. Delhi'de genç kıza ve arkadaşına uygulanan tecavüz
ve saldırı ile ilgili yapılan tartışmalarda bazı yorumcuların öne sürdüğü gibi,
özellikle cinsel saldırı veya şiddetin sınıf niteliği taşıdığı durumlarda
maskülinitenin bir kriz içine düştüğünü öne sürmek bir süredir popüler bir
nitelik kazanmış durumda; ancak işin aslı şu ki maskülinite zaten her zaman
krizdeydi. Maskülinitenin krizde olmadığı tek bir dönem bile yoktur. Kendi
değerini, kadınlık pahasına geliştirip yücelttiği için sürekli bir kriz durumundadır.
Kadın cinselliğini kontrol altında tutma fikrini saplantı haline getirmiştir. Erkek
olmanın otomatik olarak iktidar getirdiğini kanıksamıştır. Bir dizi ayrıcalığı
kendi bünyesinde toplar; sonra da bunları sınıf, kast, cinsel yönelimi vs. esas
olarak erkekler arasında bir güzel paylaştırır.
Bu ayrıcalıkların
paylaşımı konusunda erkekler birbirilerine karşı savaş verirler, ancak konu
kadın meselesine geldiğinde birleşirler. Üstüne üstlük bu birlik, tüm sınıf ve
siyasi grupları da kapsar; çünkü tıpkı bu protesto gösterilerini gasp edip
polise taş atarak kendilerini ön plana çıkaran genç erkekler gibi, hem sağ
cenahtan hem de sol cenahtan olsun tüm erkekler, kendi evlerinde, ofislerinde,
kurumlarında, fabrikalarında ve siyasi kavgalarında daima evrenin merkezinde
olduklarına, kendilerinin insanlığa bahşedilmiş, özel haklara ve ayrıcalıklara
sahip özel birer armağan olduklarına inanır. Ve bu durum onlar için doğanın bir
gereğidir; düşünmeye, kendinden şüphe etmeye ve özeleştiriye gerek yoktur.
Özeldirler ve doğuştan iktidara ve yetkeye sahiptirler. Peki ya bu lanet
şehirde kadın olmanın ve kamu alanlarında bulunmanın ne demek olduğuna dair bir
gram fikre sahip değillerse? Peki ya kendi partileri ve kurumları, kadınların
karşı karşıya kaldığı ayrım ve eşitsizliklerin korkunç birer yansımasıysa? Erkekler
lider olmak ve önderlik etmek için doğmuştur. Dolayısıyla kadınların, sırf
gündelik bir rutin olarak bu dinamiklere maruz kalmaları sebebiyle, bu meseleye
önderlik etmeleri gerektiği düşüncesini bir an için bile olsa akıllarına
getirmek onlar için imkânsızdır. Tecavüz ve cinsel saldırı tehdidi, bu
şehirdeki kadınların bir gerçeğidir ve erkeklerin yaşadığıyla uzaktan yakından
hiçbir ilgisi yoktur.
Maskülinite hastalığı
ilgili birçok rahatsızlığı beraberinde getirir:Bağışıklık ve dokunulmazlık
bunun iki yan etkisidir. Yakın geçmişte devletin ve kurumlarının çatışma
bölgeleri bağlamındaki dokunulmazlığı, aralıksız bir ilgi ve incelemeye maruz
kalmıştır. Ancak gözden kaçan şey, cezasızlığın sistematik hale getirilmesi ve
gündelik yaşam pratiklerinin bir parçası olmasına zemin hazırlayan eğitimin
toplumsal cinsiyet alanından geliyor olmasıdır. Dokunulmazlığın ilk dersleri
neredeyse bütün ailelerin erkek üyelerine öğretilerek başlar. Kızların ve
kadınların aile yapılarından dışlanması, sosyal hayatın çok çeşitli bölümlerine
de bu şekilde sızmış olur. Maskülinite, dokunulmazlığın meşrulaştırılması ve
uygulamaya dökülmesi için ideolojik bir taban hazırlar. Erkeklerin, iktidarın
doğal kaynağı olduklarını düşünmelerini mümkün kılar. Ve bu mefhum temel bir
gerçek olarak kabul edildiğinde de, ortaya sadece suç değil, tüm gösterilere
liderlik yapma hakkı da çıkar. Polise taş atmak da böylece doğal olarak yanında
gelir. Böylece kadınlara karşı işlenen suçlar da daha kolaylaşmış olur; zira
hakiki maskülen bir erkek olmak için kadına karşı kalbinde hem korku hem de
öfke taşıması gerekir. Derler ki korku ruhu öldürür. Kadınlar ezelden beri
maskülinitenin zehirli etkilerinden bahsetmektedirler. Artık zaman erkeklerin
de, onların iyiliğini düşünmekten ziyade, disipline etmek, hataları
cezalandırmak, statükoyu korumak ve her türlü adaletsizliğin en önde giden
(üniformalı veya üniformasız) muhafızları olarak onlardan faydalanmak için
birer kalkan gibi kullanıldıkları sistemlerin savunucusu sıfatını taşıyarak
aslında kendilerine nasıl zarar verdiklerini fark etmesinin zamanıdır. Hizmetlerinin
karşılığı olarak, kadınları aile içinde zapt etme ve baskılama hakkına sahip
olurlar, ancak kamusal ile aile arasındaki bu sınırı korumak zor olduğundan,
dışarıdaki kadınlar da maskülinitenin uygulanmasında birer hedef haline
gelirler.
Son on gündür,
Hindistan’daki tecavüz vakalarının ve tecavüz davalarının korkunç tarihini
yeniden gözden geçirme fırsatımız oldu. Mathura’dan Soni Sori’ye, Kanun
Pushpora’dan Manorama’ya, ülkenin dört bir yanındaki dalit kadınlarının günlük
aşağılanmaları ve tecavüzlerinden Bilqees Bano’ya kadar, bu ürkütücü hikayeleri
tekrar okuduk, tekrar yaşadık. Kişisel olarak bu olgunun doğasını gerçekten
anlamanın tek yolu, bunun, maskülen egemenliği, toplumsal hınç, kast zapturaptı
ve ulusal harita hayallerinin garantiye alınması da dahil birçok hedefe ulaşmak
amacıyla kadınlara karşı başlatılmış bir savaş olduğunu kabul etmek. Tecavüz
sadece seks demek değildir; kadınların bedenlerini, hem içine düşecekleri
kişisel travma hem de görünür fiziki etkileri aracılığıyla bir mesaj iletecek
şekilde işaretleme amacı güden bir saldırıdır.
Tecavüz, maskülinitenin
uygulanması aracılığıyla nelerin başarılabileceğini gösteren bir bellek
aynasıdır. Fallusun, mit üretme kabiliyetini yerine getirememesi, fallik
ikamelerin kullanılmasını gerektirir: Maskülinitenin, erkekleri fallus
aracılığıyla başarmaya ittiği kabiliyetleri daha kolay biçimde yerine
getirmesini sağlayan sert, metalik araç-gereçler. Metal copların kullanımı,
ağza sokulan silahlar, rektuma sokulan taşlar, deriyi yüzmekte kullanılan
bıçakların, yanlış bir biçimde analiz edilerek maskülinitenin yaşadığı krizden
ortaya çıktığı söylenegelmiştir. Oysaki bunlar maskülinitenin doğasında vardır.
Kadın düşmanlığı veya
nefreti, maskülinite için kritik bir başlangıç noktası oluşturur. Maskülinite,
tüm hiyerarşilerin kusursuz biçimde işlemesini sağlayan bir denetim
mekanizmasıdır. Haki olarak, safran olarak ve hatta kırmızı olarak görünebilir
ve daima şiddet tehdidi ile birlikte gelir. Ataerki tarafından hatalı kadınları
cezalandırmakta kullanıldığı gibi, devlet yetkilileri tarafından Chattisgarh ve
Orrissa’da protesto eden kabile halklarını zapturapt altında tutmakta da
kullanılır. Kaşmir’in isyankâr halkına, onların zapturapt altında olduklarını
hatırlatmakta kullanılır. Delhi caddelerindeki erkekler tarafından, kadınlara
günah işlediklerini hatırlatmakta kullanılır. Ayrıca sol gelenek tarafından
parti konumlarını hakimiyet altına almakta, kadın yoldaşlara hangi giyimin
münasip olduğunu hatırlatmakta ve kadınlara, onların zamanının kapitalizm
alaşağı edildikten sonra geleceği güvenini vermekte kullanılır. Yok daha neler!
İşin daha da trajik yanı, maskülinitenin etkisi altında acı çekmiş olanların
bile, kendi maskülinite versiyonlarını yaratıp, kendilerini onları zamanında
baskı altında tutmuş olanlara benzeterek bu denetleme mekanizmasının ağına
düşmesidir.
Delhi’de devam etmekte
olan protestolar kolektif bir katarsis yaşama fırsatı, kadınların maruz
kaldıkları günlük şiddetin vücut bulmasını, bir sese sahip olmasını olanaklı
kılan bir an doğurmuştur. Bu bir yardım çığlığıdır. Serbest dolaşma hakkının
öfkeli bir dışavurumudur. Onurlu yaşam ve tecavüz korkusundan kurtulma
çağrısıdır. Peki değişen ne olacak? Buradaki ironi, söz konusu protestoların
kurumsal siyasi gruplarca ve hatta belli kadın hareketi sektlerince düzenlenen
ve kontrol eden bir protesto olsaydı, şu andaki muazzam sayıya ve tutkuya
ulaşmasının mümkün olmayacağı gerçeğidir. Ancak organize olmayan doğası, onun
bir anlamda önünü tıkayan bir engel de teşkil edebilir; ancak bu tip
protestoların bireylerin yaşamlarını nasıl etkileyeceğini kestirmek kolay
değildir. Basının tecavüzcülere idam ve hadım cezası gibi radikal taleplere
odaklanması sebebiyle, Raisina Hill’den Vijay’e kadar uzanan bir coğrafyada
tartışılıp paylaşılan daha az sansasyonel ancak daha geçerli ve yaratıcı
beyanat ve talepler geri plana itildi.
Ani baskınlar, kurumların
birdenbire gerçek doğalarını açık ettikleri çalkalanma zamanlarıdır.
Protestocular için siyasi bağlantı kurma potansiyeli çok daha olası hale gelir.
Ancak, bu bağlantıların bu protestocular tarafından mı kurulacağını bekleyip
görmemiz gerekiyor. Noktalar bir araya gelerek 23 yaşındaki öğrenci Soni Sori
ile Bilwees Bano’yu birbirine bağladı mı? Ancak bu noktalar, gerçek
adaletsizliğin kökenine inmeyi başardığı anda protestoların işlevi sistematik
bağlamda gün ışığına çıkacak, tıpkı Mathura tecavüz vakasında kadın
hareketinin, yasanın ve adalet sisteminin şiddeti hafifleten mekanizmalar
değil, aksine adaletsizliğin, cinsiyet ayrımının ve şiddetin yuvası olduğunun
farkına varmasında olduğu gibi. İşte o zaman noktalar, safran tugayının neden Bilqees’i
hedef aldığını ve Gujarat’taki diğer Müslüman kadınların ayrıntılarını açığa
çıkarır; zira onların liderleri, tecavüz sonrasında bir kadının canlı bir
cesetten başka bir şey olmadığına, ‘karşı tarafın’ kadınlarını zapturapt altına
aldık ve kirlettik demenin kalıcı bir hatıratı olduğuna inanır. Kaşmir ve
Manipur gibi çatışma bölgelerindeki tecavüzler, yerel halka kimin yöneten kimin
yönetilen olduğunu açık etmekte kullanılan sembolik bir mesaj özelliği taşır.
Dalit kadınları rutin olarak sözlü tacize, cinsel tacize ve tecavüze maruz
kaldığında, bu onlara sosyal konumlarından ve kast sınırlamalarından çıkmak
gibi bir hayale asla kapılmamalarını hatırlatmak amacı güder. 23 yaşındaki
öğrenci, Delhi’de hareket halinde bir otobüste toplu tecavüze uğradığında, bu
hareket Delhi’deki tüm kadınlara şehrin erkeklere ait olduğunu hatırlatma amacı
güder. Tecavüz, ataerki içinde birçok
farklı işleve sahiptir; ancak hepsinin ortak bir noktası vardır: Erkekler,
kadınları cezalandırmak için iş başındadır. Belki de en eski ataerki sporudur.
Ancak, bu noktalar anlamlı şekilde bir araya gelmese bile, Delhi’deki genç
kadınların protesto etme ve bu ülkenin erkeklerine, Hindistan Anayasası
gereğince eşitlik garantisi verildiğini hatırlatma hakları vardır.
Hindistan Kapısındaki
genç erkek ve kadınlar, tıpkı bir karnavalda olduğu gibi farklı bir düzenin
nasıl olacağına, hem erkek olup hem de kadınların güvende olma hakkını
savunabileceklerine ve ilgisiz yönetimlere karşı kadınlarla birlikte omuz omuza
savaş verebileceklerine dair anlık bir sahne ortaya çıkarmışlardır. Protestolar
şu âna kadar çok ciddi önem teşkil etti; zira hem ilk defa bu denli çok sayıda
genç kadın kendini sokaklara attı, hem de yüzlerce genç erkek empati ve destek
duygularıyla kadınların arasına katıldı. Ancak, bu genç erkeklerin birçoğunun
sokaklarda ve söz alma anlarında liderlik etmektense takipçi olmaları
gerektiğinin farkına varması gerekiyor. Protestoların kökünün, küresel olarak
en kötü toplumsal cinsiyet indeksine sahip bir ülkenin hem kamusal hem de aile düzenini
çok daha kabul edilebilir bir hale getirecek kadar derinlere indiğini ümit
etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Kısa vadede protestoların gücünün
büyümesi ve şiddet eylemleriyle genç kadınları sokaktan kaçırıp sözde güvenli
aile ortamına itmeye çalışanları da izole etmesi için dua edelim. Kadın
grupları ve diğerleri, tecavüzcülere idam cezası ve çete kanunu uygulanması
gibi radikal taleplerin problemli olduğunu belirttiler. Şimdi sırada,
protestonun birleşik bir cephe halinde yanıt geliştirmesi ve Mathura tecavüz
vakasındaki kadın hareketinin göstermiş olduğu gibi çok daha derin etki
bırakacak talep ve beyanlarla ortaya çıkması gerekiyor. Sloganlar ve protesto
yürüyüşlerinin yanı sıra evlerdeki, ofislerdeki ve siyasi gruplardaki maskülinitenin
en derin biçimde sorgulanması, mevcut genç nüfusun ayaklanmasını, bağımsızlık
sonrasın Hindistan’ın cinsiyet temelli şiddete karşı verilmiş en ciddi
protestosu haline getirme şansı vardır.