Hepimizin gönlüne su serpen, yüz binlerce kadının bir arada fotoğraflarını gördükçe içimize umut dolduran Trump'a karşı Kadın Yürüyüşü ile ilgili günlerdir çok sayıda yazı yazılıyor, paylaşılıyor. Kendi dertlerimizden, bitmeyen ülke gündeminden fırsat bulup da bir kaçını okuyabilirsek ne ala! Kendi adıma özellikle daha kenardaki sesleri, yani beyaz Amerikalı kadınların dışında kalanların yazdıklarına kulak kabartmaya çalışıyorum. Bu sabah, politik aklına, sağduyusuna çok güvendiğim, benim için tam bir feminist sista olan sevgili Kumru (Başer) ingilizce bir yazı paylaşmıştı; ben de akşam okurum diye kenara koymuştum. Tekrar okumak için girdiğimde ne göreyim, Kumru dayanamamış çevirmiş yazıyı; okuyunca dedim ki, iyi ki de çevirmiş çünkü kendisinin de ifade ettiği gibi, yazıda anlatılan deneyim "küçücük bir gezegende ne kadar benzer şeyler tartıştığımızı gösteriyor." #SiyahHayatlarDeğerlidir hareketinin önderlerinden Alicia Garza tarafından kaleme alınmış bu yazıyı ben de burada yayınlayayım istedim -ki herkes okusun çünkü bugün içinde bulunduğumuz karanlıktan bir çıkış yolu bulabilmek, farklılıklarımızla bir araya gelerek bir hareket inşa etmek için tam da bunları konuşmamız gerek.
Yazan: Alicia Garza*
Çeviri: Kumru Başer
Hepimizin farklı farklı yerlerden bir şey yapmamızı gerektiren bir anda, sinizme nasıl karşı duracağıma kafa yormaktayım.
Cumartesi günü yeni rejime muhalefetimi kayda geçirmek üzere Washington D.C’de bir milyonu aşkın kadına katıldım.
Ülke çapındaki bütün destek yürüyüşlerini de hesaba katarsanız ABD tarihinin bir gün içindeki en kitlesel hareketlenmesi olan Kadın Yürüyüşü’ne katılmak hem sembolik hem de zorlayıcıydı.
Bir çok siyah kadın gibi katılma konusunda çelişkiler içindeydim. Bir grup beyaz kadının açıkça1963’te Washington’da yapılan İş ve Özgürlük yürüyüşünden ilham alıp, ama bu tarihi benzerliğin adını anmıyor olması sinirime dokunmuştu. “İşte gene aynı şeyi yapıyorlar” diye düşündüm. Siyahların yarattığı bir şeyi alırken aynı zamanda siyahları yok sayıyorlar.
Daha başlamadan bitirmiştim. 2016’da yapılan başkanlık seçiminde beyaz kadınların yüzde 53’ü, toplumu geriye götürmeyi hedefleyen bir adama oy vermişti. Şimdi malı satın aldıktan sonra pişman olan alıcıya benzemiyorlar mıydı? Bizim halkımız (siyahlar) sokaklarda öldürülür, işsiz, evsiz, eğitimsiz bırakılır, hapisleri doldururken, bütün bu beyaz insanlar neredeydi? Herkes için özgürlük mü istiyordunuz, yoksa sadece kendiniz için mi?
Haftalarca kenarda durdum. Gruplarda yürüyüşe katılıp katılmaya dair tartışmaları, sosyal medyada “beyaz kadınların yürüyüşü”ne yönelik kuşkuları gördüm. Beyaz kadınların, bir gün hepimizin hakları için mücadele edeceğine ikna olmayan çokları yürüyüşe katılmamaya karar verdi.
Ne var ki vakit geçip, gelmekte olan Donald Trump yönetiminin gerçekliğini kavradıkça, bir şey için için beni huzursuz etmeye başlamıştı.
Bu ülkede iktidarı dönüştürmek için kitlesel bir hareket gerektiğine inanıyor muydum? Bu kitlesel hareketin çok ırklı ve çok sınıflı olacağına inanıyor muydum? Bu kitlesel hareketi inşa etmek için hep aynı üç beş kişinin ötesini de örgütlemek gerektiğine inanıyor muydum? Bunların hepsine inanıyorsam, oraya nasıl varacaktık ve bunun gerçekleşmesi için bana düşen neydi?
Mükemmel olmayan, benim değerlerimi benim gibi telaffuz etmeyen bir şeyin parçası olma konusunda, kendime de başkaldırmaya karar verdim. Aktivizmle yeni tanışan insanlara karşı samimi ve incinmeye açık, ama kararlılığımı net biçimde ortaya koyarak, yine de gidecektim.
Beyaz kadınları eleştirebilir ve aynı zamanda, aslında bütün hayatların değersizleştiği gerçeğine uyanan beyaz ve renkli (siyahların beyaz olmayan herkes için kullandığı bir kavram) kadınları bulup onurum, güvenliğim ve radikal politikalarımdan ödün vermeden, onlara katılabilirdim.
Sonunda Washington D.C. yürüyüşüne katılan tahminen 1 milyon ve dünyanın dört bir yanında yürüyen tahminen 3 milyon insana ben de katıldım. Hayatımda yüzlerce gösteriye gittim fakat bu, katılanların çoğunu tanımadığım ya da bilmediğim bir kaç gösteriden biriydi.
Balık istifi gibi sıkış sıkış gösterici kalabalığı arasında, hayatlarında ilk defa bir kitlesel gösteriye katıldığını söyleyen insanlarla konuştum. Daha önce de gösterilere katılmış, ama bir süredir hak elde etmek için gösteri yapma günlerinin geride kaldığını düşünen insanlarla da konuştum. Onları buraya neyin getirdiğini sordum. Hepimiz için ses çıkarmak istediklerini söylediler. Kendilerinin de saldırıya uğradığını fark etmişlerdi. Herkese değer verilen, herkesin güvenli olduğu ve ihtiyaçlarının karşılandığı bir dünyada yaşamak istiyorlardı. Başkan Donald Trump yönetiminin değerlerine kendileri gibi karşı çıkan, bu kadar çok insan olmasından etkilenmişlerdi. Çaresiz hissetmek dışında bir şey yapmak istemişlerdi.
O akşam, bir belediye binasında 700’ü aşkın kişinin katıldığı, 1100’ü aşkın kişinin de yedek listeye yazıldığı bir toplantıya katıldım. Siyahlar da vardı ama katılanların çoğu beyazdı. Toplantı salonunun yaklaşık yarısı Kadın Yürüyüşü’nün hayatlarında katıldıkları ilk kitlesel eylem olduğunu söyledi. Değişimin nasıl olacağını ve kendilerinin nasıl katılabileceğini öğrenmek istiyorlardı. Ve bu daha başlangıçtı.
O gece, sosyal medya hesaplarımı tararken, yüz binlerce insan için dönüştürücü bir deneyim olan bu yürüyüşü küçümseyen çok sayıda yorum okudum. Merak ettim insanları katılıma çağırmak yerine “siktirin evinize gidin” deseydim ne olacaktı? Gene de gelirler miydi? Gelmeseler fark eder miydi?
Öfke politik bilincimizi dönüştürmekte çok önemli bir rol oynar ve bu özelliğine gereken değer verilmeli.
Pembe örgü “pussy” (İngilizce hem kedicik hem argoda am anlamında) beresiyle yürüyüşe gelen beyaz hanım, müstakbel başkanın, “kadınları pussy’sinden (amından) yakalamak”tan sözlerine deli gibi öfkeli. Şimdiye kadar kenarlardan seyretmiş olsa da bir şeyler yapmaya kararlı.
Amerika’nın, göçmen işçi emeğine bağımlı olmasına karşın, kağıtsız göçmenleri kaçak bir hayat sürmeye zorlamasının yarattığı öfke, göçmen işçileri de harekete katılmaya yöneltebilir.
Bu ülkenin bizi insanlığımızdan mahrum edişine çılgınca öfkeli olan renkli Amerikalılar şimdiye kadar katılmadılarsa da şimdi harekete katılabilirler.
“Delirmek için çok sebebim var ve delirmeye hakkım var” diyen Solange’a katılıyorum. Fakat öfke tek başına yeterli değil. Bir şey inşa etmek ya da iktidarı almak için yeterli değil.
Öfke, Cumhuriyetçilerin hükümetin üç kanadını (Başkanlık, Senato, Temsilciler Meclisi – Çevirmenin notu) ve 32 eyaletin yasama meclislerinin her iki kanadının da kontrolünü ele geçirdikleri gerçeğini değiştirmeyecek.
Öfke, Öfke’nin kanunu kendi eline alan birilerinin topluluklarımızı terrörize etmesine engel olamayacağı gerçeğini değiştirmeyecek, ve öfke pek çoğumuzu rahatlıkla harcanabilir addeden ekonomiyi değiştirmeyecek.
Bu ahlaki olmaktan çok, pratik bir mesele. Bizim, siyah, queer, feminist, parçalı, anti kapitalist, anti emperyalist ideolojimizi belki benimsemeyecek, ama daha iyi yaşamaya hakkı olduğunu bilen ve bunu elde etmek için mücadeleye hazır milyonlarca insandan oluşan bir hareket oluşturabilir ve kazanabilir miyiz?
 Eğer örgütlenme konusunda süper güçlerimizi harekete geçirebileceğimiz bir an olacaksa, o an işte bu an.
Siyahların ya da diğer renkli halkların beyazları suçlamaması gerektiğini savunmuyorum. Beyazların bir yere gittiği yok. Ama farklı düşünmeye ve eylemeye başlamazsak biz de bir yere gidemeyiz.
Yüz binlerce insan bir harekete katılmanın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyor.
Bir harekete ait olmak için insanların değişemeyeceğine, dönüşemeyeceğine, haklı olmanın, birliktelikten, birbirine ihtiyacı olmaktan daha önemli olduğuna inanmak gerektiği mesajını verirsek kazanamayız.
Eğer hareketimiz bir güç inşa etmeyi ciddiye almıyorsa, o zaman kimin en radikal olduğu üzerine faydasız bir çabalama içindeyiz demektir.
Bu, hepimiz için, bir harekete yeni adım attığımız günlerdeki kendi halimizi –o süreçte bize sabır gösteren, bizimle hemfikir olmadığı halde ilişkiyi koparıp atmayan, kendi kibrimiz içinde debelendiğimiz anlarda bize bilgece gülümseyen (tecrübeli) örgütçüleri- hatırlamak için bir vesile olsun.
Ben hayatımı harekete adamadan önce kim olduğumu hatırlıyorum. Bana karşı çok sabırlı olan birini. Benim de bir katkım olabileceğini gören birini. Beni koparıp atmayan birini. Benim kararlılığımı artırmak için emek veren birini. Bana sorumluluk taşımayı öğreten birini. Bana yüzyüze olduğumuz sorunların kökünde yatan esas meselelerin farkına varmamı sağlayan birini. Beni gelecek vizyonumu ortaya koymaya teşvik eden birini. Beni hareketini bulmaya çalışan başkalarına ulaşma konusunda eğiten birini hatırlıyorum.
Bu ülkenin içinden geçmekte olduğu bu süreçte, kimse güvende değil. Bir çoğumuz şimdiye kadar hayatımızda nefret, ihmal ve aç gözlülükle tanıştık ama içine girdiğimiz dönem bildiğimiz hiç bir şeye benzemiyor.
Milyonların içinde olduğu, çeşitliliği kapsayan bir hareket inşa edebiliriz. Sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet, yaş, yasal belgeler, din ve fiziksel engelli olmanın yarattığı farklılıkları enine kesen bir hareket yaratmamız gerekiyor.
Bir hareket inşa etmek sizinle hemfikir olmayan insanlara ulaşabilmeyi gerektirir. Daha basit söylemek gerekirse birbirimize ihtiyacımız var, liderliğe ve stratejiye ihtiyacımız var.
İnsanlara yüzlerce kere şimdiye kadar burada olmadıkları için şimdi de olmaya hakları olmadığını söyleyebiliriz. Fakat emin olun, bu bizi tek bir yere götürür: Hiç bir yere...
(*)Alicia Garza: Ulusal Ev İşçileri Birliği özel projeler müdürü. CA, Oakland’da yaşayan bir örgütleyici, yazar ve özgürlük düşleyicisi. 2013 yılında Trayvon Martin’in öldürülmesinden sonra gelişen Siyahlara karşı ırkçılığın bütün biçimleriyle mücadeleye odaklı #SiyahHayatlarDeğerlidir adlı uluslararası kampanyanın kurucularından.