Her 25 Kasım'da giderek öfkemiz katlanıyor, çünkü kadına yönelik şiddet gün be gün katlanarak artıyor bu ülkede. Artık isimlerden değil, rakamlardan bahsediyoruz ölümleri anarken. Ayşe, Fatma, Ebru değil, haftada 5, ayda 20 kadın öldürüldü diye çetele tutuyoruz. Sayılara yetişemiyoruz, istatistiğe vuruyoruz yüzde 1400 diyoruz. Sürekli yeni rakamlar, yeni oranlar. Ama hiç bir yeni bilgi, yeni rakam 10 saniyeden öte bir etki bırakmıyor memleket gündeminin üzerinde. Aynı anda toplu ölümler olmadığından olsa gerek, "yine bir kadın boşanmak istediği için..." diye başlayan haberlerden öte bir şey göremiyoruz. Birer birer ama toplu şekilde öldürülüyoruz. Her gün ülkenin farklı yerlerinde evde, sokakta, işe giderken, çocuğuyla ya da yalnız, farklı erkekler (Kürt, Türk, Ermeni, solcu, islamcı, yoksul, zengin, eğitimli, cahil vb.) tarafından benzer nedenlerle öldürülüyor ya da iyi ihtimalle şiddete uğrayıp kurtuluyoruz, sonra sağ kaldığımıza şükrediyoruz. Ve her gün bu cinayetler işlenirken yaşadığımız bu toplum, bu ikiyüzlü toplum hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor. En fazla akşam yemek masasında tv haberlerine göz gezdirirken ya da sabah gazetesini eline aldığında belki bir dakikalığına içinden "yine mi" diyerek dikkatini çekip sonra aklından çıkıyor. Haberi izleyen, okuyan için şiddet, ölüm uzak ülke, sanırsın onun başına asla gelmez, sanırsın hiç hayatında bir kadına şiddet uygulamamış çünkü şiddet demek onun için sadece kadını öldüresiye dövmek, bıçaklamak, üzerinden sigara söndürmek, tornavidayla yara açmak ve bunun gibi akla hayale sığmayacak şeyler. Her duyduğunda nasıl insanlar var böyle, bunlar insan mı diye ortaya bir nida salıverirken kendini de işin içinden sıyırıveriyor. Oysaki yapılan her yeni araştırma tekrar tekrar gösteriyor ki kadınlar en çok psikoljik şiddetten zarar görüyor ve bu nedenle başvuruyor kadın dayanışma merkezlerine. Ve binlerce, yüz binlerce kadın evinde, işyerinde, sendikada, hastanede, mahallede, yani kısaca adım attıkları her yerde sürekli varolabilmek, sesini duyurmak için mücadele ediyor, erkeklere laf anlatmaya çalışıyor. Her gün sırf kadın oldukları için farklı taciz, mobbing, aşağılama biçimlerine maruz kalıyor.

Artan şiddet karşısında kadınlar yılmadan, usanmadan her gün daha güçlü bir şekilde ses çıkarmaya çalışıyor. Sokağa çıkıyor, bir araya geliyor, ama en çok da tekrar tekrar derdini anlatmak durumunda kalıyor. Kadın cinayetlerinden en çok -ve hatta neredeyse tek- kim bahsediyor, bu konuyu kim dillendiriyor diye baktığımızda gördüğümüz yine ve yine sadece kadınlar. Ah erkekler, erkeklerimiz, ancak 25 Kasım ve özellikle de 8 Mart'ta alana çıkmak mevzu olunca kadın meselesi aklına gelen erkeklerimiz!.. -burada o bir nevi çölde kum tanesi değerinde olup bu meseleyi dert edinmiş erkek arkadaşlarım üzerine alınmasın- Bu konuda binde bir konuşan, onda da çoğu zaman kadın hareketine, feministlere tavsiyeler düzen, nasıl mücadele edilmesi gerektiğine dair inciler döşeyen ama asla asla bu konuyu kendine dert etmeyen ve daha da önemlisi üzerine sorumluluk almayan erkeklerimiz. Konunun tek sorumlusu devlet, sistem diye görüp kendine bırak çuvaldızı iğne bile batırmaya yanaşmayan o güzide erkekler. Ama bir şey diyecek olsanız da asla burunlarından kıl aldırmaz, size öyle laflar ederler ki ne ayrımcılığınız kalır, ne bir şey. En sonunda hayattan soğur, susarsınız. Bu memlekette zaten kim neyin sorumluluğunu almış ki, değil mi? Politika yapmanın sorumluluk yerine vicdan konuşturma olarak görüldüğü bir siyasi kültürden belki de çok bir şey beklememek lazım. Ama ne yaparsınız ki, mevzu derin, mevzu bizim için ölüm kalım meselesi. 

Son bir haftadır 25 Kasım vesilesiyle bulunduğum bölgede ve okulda etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Gittiğim bir ilçede kadınlar ilk kez yıllar sonra toplanıp 25 Kasım için şiddete karşı yürüdü, çünkü kadın bir belediye (eş) başkanı var. Öğrendim ki o küçücük ilçenin bir tanecik caddesinde günlük hayatta bir kadın görmek neredeyse mümkün değilmiş. Kadınlar ancak kendileri için ayrılan yerlerde dolşaıyor, görünüyor. Bu küçük alanda bile herkes kendi yerinde! Ama hemen büyük şehirlerde her şey güllük gülistanlık diye düşünmek gibi bir yanılgıya kapılmayalım, İstanbul'da deniz görmemiş, Ankara'da Kızılay'a inince hayretle etrafa bakan kadınlardan haberiniz yoksa o sizin eksikliğiniz. Ayrıca sehir merkezlerine inenlerin neler yaşadıklarını anlatmaya kalksak sayfalar yetmez. Yine bugün okuldaki 25 Kasım etkinliğinde söz alan bir öğrenci, biz hava karardı mı bir sokakta karşımıza köpek çıkmasından değil, erkek çıkmasından korkuyoruz dedi. Varın gerisini siz düşünün!..

Evet bugün 25 Kasım, öfke doluyor insan!






0 yorum